A non-government information service on Turkey
Un service d'information non-gouvernemental sur la Turquie
Info-Türk title
DİRENİŞ - RESISTANCE
flashfondationeditorsarchivespublicationsant


1
Democratic Resistance of Turkey
Résistance Démocratique de Turquie
Türkiye Demokratik Direnis Hareketi

(1971-1974)

2
Union for Democracy
Union pour la Démocratie
Demokrasi Için Birlik

(1975-1982)

3
Collectif 1971
Collective 1971
1971 Kollektifi

(2006-2008)

4
Avrupa Baris Meclisi
European Peace Council-Turkey
Conseil Europeén pour la Paix - Turquie

(2008)

Ömür boyu direnişin öyküsü
Cilt1
onkapak

*
Democratic Resistance of Turkey
Résistance Démocratique de Turquie
Türkiye Demokratik Direnis Hareketi

(1971-1974)








Soon, File On Turkey and other main documents of the Democratic Resistance of Turkey
 will be available on this page as PDF documents

Prochainement, File On Turkey et les autres documents principaux de la Résistance Démocratique de Turquie
 seront accessibles sur cette page as documents PDF

Yakinda, File On Turkey ve Türkiye Demokratik Direnis Hareketi'nin
 diger ana belgelerine bu sayfada PDF olarak ulasilabilecektir.


Union for Democracy
Union pour la Démocratie
Demokrasi Için Birlik

(1975-1982)









Soon, main documents of the Union for Democracy
 will be available on this page as PDF documents

Prochainement, les documents principaux de l'Union pour la Démocratie
 seront accessibles sur cette page as documents PDF

Yakinda, Demokrasi Için Birlik'in
ana belgelerine bu sayfada PDF olarak ulasilabilecektir.


Collectif 1971
Collective 1971
1971 Kollektifi

(1994-2008)





Avrupa Baris Meclisi
European Peace Council-Turkey
Conseil Europeén de la Paix - Turquie

(2008)

Baris-Divan2.jpg


Avrupa Barış Meclisi (ABM), Almanya’nın Düsseldorf kentinde 26 Nisan’da yaptığı toplantıda Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen 300’e yakın delegenin katılımıyla kuruluşunu ilan etti.

Türkiye’de Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümüne katlı sunmak üzere geçen yıl kurulan Türkiye Barış Meclisi’ne paralel olarak bir süredir kuruluş çalışmalarını sürdürülen Avrupa Barış Meclisi (ABM), Düsseldorf’ta Dieter –Forte Birleşik Okulu’nda (Dieter-Forte-Gesamtschule) yapılan ve Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, Belçika, İsviçre, Avusturya ve İsveç’ten 300’e yakın barış gönüllüsünün katıldığı kongre ile resmen kurulmuş oldu.

Avrupa Barış Meclisi kuruluş toplantısında, Türkiye Barış Meclisi örneğinde oldugu gibi, Kürt Sorunu’na barışcıl bir çözüm bulunması, demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve sosyal adaletin ayrımsız herkes için gerçekleştirilmesi amacıyla Avrupa’da yürütülmesi gereken çalışmalar konusunda değişik kararlar alındı.

Kuruluş toplantısında, Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu (YEK-KOM), Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF), Göçmen Dernekleri Federasyonu, Dersim Federasyonu, Kürdistan İslam Hareketi (CİK), Alman Sol Parti NRW temsilcileri, Ezidi Federasyonu, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF), Brüksel Kürt Enstitüsü, Info-Türk Vakfi, Alman Birleşik Hizmet Sendikası ve birçok dernek ve kurum temsilcileri de hazır bulundu

ABM Girişim Komitesi adına Eğitimci-Yazar Kemal Uzun’un açılış konuşmasını yaptığı toplantıyı yönetmek üzere oluşturulan divanda, DİDF Genel Başkanı Hüseyin Avgan, AABF Genel Başkanı Turgut Öker, Gazeteci Koray Düzgören, Aysel Kılavuz, Gazeteci Doğan Özgüden ve Kemal Uzun yer aldı.

Murat Çakır: ABM büyük bir heyecanla karşılandı

Girişim Komitesi adına bir konuşma yapan Rosa Luxemburg Vakfı Basın Sözcüsü Murat Çakır, aylar önce başlatılan kuruluş çalışmalarına Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden destek ve dayanışma geldiğini belirterek, Avrupa Barış Meclisi’nin Türkiye dışında yaşayan Türkler ve Kürtler arasında büyük bir heyecan yarattığını, umut olduğunu söyledi. ABM’nin başlıca hedeflerinin Kürt sorununun barışçı çözümü için Avrupa’da kamuoyu oluşturarak devletler üzerinde baskı kurmak, Avrupa halkları ve barış hareketlerinin desteğini almak ve Türkiye kökenli göçmenler arasında barış fikrini geliştirmek olduğunu ifade eden Çakır, “Başarmak için birçok nedenimiz var” dedi.

Prof. Cengiz Güleç: Barış dilini yaratmalıyız

Toplantıda bir konuşma yapan Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü Prof. Cengiz Güleç ise, Kürt sorununun barışçıl çözümü için yürüttükleri çalışmaları anlatarak, barışı isteyen insanların sesini her geçen gün biraz daha yükselttiğini ifade etti. Güleç, barış için farklı geleneklerden, kültürlerden, uluslardan, hatta ırklardan gelen insanların kendi aralarında barışın dilini yaratmalarının, empatiyi geliştirmelerinin mutlaka sağlanması gerektiğini belirtti. Güleç, “Bizler çelişkilerimizi çözemesek de toprağa gömmeyi, birbirimize kapattığımız kapıları açmayı, iyi niyetle birbirimizi anlamayı, çatışmanın yerine birlik kültürünü yeşertmeyi başardık” dedi.

ABM’nin işleyiş kuralları belirlendi

Toplantgıda Girişim Komitesi tarafından hazırlanan ABM’nin İşleyiş Kuralları taslağı okunarak, katılımcıların tartışmasına sunuldu. Yapılan eleştiri ve öneriler sonucunda “Avrupa Barış Meclisi İç İşleyiş Kuralları” belirlendi.

İç İşleyiş Kuralları’nda özetle; ABM’nin bağımsız bir meclis olduğu, her türlü şiddet ve ayrımcılığı reddettiği, ABM’nin üyelerinin, çeşitli meslek grupları ve kitle örgütleri temsilcileri ile aydınlar olduğu, ABM’nin sorun çözen ve sorunu taraflarıyla paylaşan bir yöntemi benimsediği, kadın temsili konusunda tam eşitlik sağlanacağı, oturumlarında çok dilliliği benimsediği, ülke barış meclisleri ile ona bağlı kent barış girişimlerinin kurulmasını teşvik edeceği vb. hususlar karar altına alındı.

Kongre Pippa Bacca’ya adandı

ABM Kuruluş Kongresi, geçtiğimiz haftalarda İtalya’dan barış için yola çıkan ve 5 ülkenin ardından gittiği Türkiye’de gebze yakınlarında tecavüz edilerek öldürülen barış savunucusu sanatçı Pippa Bacca’ya adandı. Karar bütün delegeler in oybirliği ile alındı ve ayakta alkışlarla karşılandı.

Alman Barış Hareketi’nden ABM’ne destek

Toplantıda, Alman barış hareketinin önemli temsilcilerinin katılımıyla “Avrupa Barış Hareketinin Kürt Sorununun Barışçıl Çözümüne Katkıları” başlıklı bir oturum gerçekleştirildi. Frankfurter Rundschau gazetesinden Edgar Auth’un yönettiği oturuma, Almanya Barış Konseyi Sözcüsü Peter Strutynski, Sol Parti Federal Parlamento Meclis Grubu Dış Politika Sözcüsü Prof. Norman Paech ve Dialog Kreis Sözcüsü Prof. Andreas Buro katıldı.

”ABM barış hareketlerini güçlendirecek”

Paech, ulusal kurtuluş için mücadele eden hareketlerin terörist olarak damgalanıp hedefe konulamayacağını, BM’nin kuruluş bildirgesinde baskı altında olan ülkeler ve toplulukların kendi kurtuluşları için mücadele etme hakkının yer aldığını belirtti. Strutynski ise daha çok günümüzde ABD ve müttefiklerinin “terörle mücadele” adı altında sürdürmüş olduğu savaş ve işgaller üzerinde durarak, bu kavramın NATO tarafından gündeme getirildiğini, önümüzdeki yıl, 60. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla bu kuruluşa karşı büyük eylemler planladıklarını söyledi. Avrupa ülkelerinin Kürt sorunu konusunda daha tutarlı bir siyaset izlemesi için baskı oluşturulması gerektiğini ifade eden Strutynski, ABM’nin Almanya’daki barış hareketini güçlendireceğine inandıklarını vurguladı.

Diyalog süreci için önemli

Andreas Buro ise Almanya’nın Türkiye üzerinde baskı yaparak Kürt sorununun çözümü için arabuluculuk yapmasının sağlanması gerektiğini söyledi. Buro ayrıca, PKK’nin “terörist örgüt” statüsünden çıkarılması gerektiğini belirterek, bunun diyalog sürecinin başlatılması için önemli olduğuna işaret etti.

İngiltere Savaş Karşıtı Koalisyon Ulusal Komitesi tarafından toplantıya gönderilen mesajda, dünyanın giderek daha kötü bir sürece doğru gittiği; bütün barış güçlerinin yakın işbirliği içerisinde olması gerektiği belirtilerek, ABM ile sıkı bir çalışma içinde olunacağı vurgulandı. Ayrıca Sol Parti Federal Parlamento Milletvekili Hüseyin Kenan Aydın da toplantıya katılarak destek verdi.


Kuruluş Komitesi Üyesi, Gazeteci Doğan Özgüden de toplantıda “İnsan Hakları, Barış ve Demokrasi” başlıklı bir sunum yaptı. (Özgüden'in konusmasinin tam metni)


Federal Barış Konseyi Sözcüsü Peter Strutynski

ABM’nin kuruluşunun Almanya’daki barış hareketi ile ilişkisi konusunda Evrensel Gazetesi’nin sorularını yanıtlayan Federal Barış Konseyi Sözcüsü Peter Strutynski, toplantı ile beklentilerini şöyle ifade etti: “Biz Türklerin ve Kürtlerin, Kürt sorununun çözümüne katkı sağlamak üzere böyle bir girişim başlatmalarını selamlıyoruz. Biz de Alman barış hareketi olarak bu konuda üzerimize düşeni yapmaya çalışacağız. Ancak belirtmem gerekiyor ki, Almanya’daki barış hareketi çok renkli ve en önemlisi de yerelde belirleyici. Bugüne kadar Türkler ve Kürtlerin Almanya’daki barış hareketi içindeki sayısı ve etkisi çok sınırlı denilebilecek düzeydeydi. Dilerim, ABM’nin kuruluşu Türkiye kökenli barış gönüllüleriyle Alman barış hareketi arasında bir köprü olur. Bu konuda özellikle kentler düzeyinde işbirliğinin yapılmasının önemli olacağını düşünüyorum. İstisnasız olarak Almanya’nın birçok kentinde barış inisiyatifleri ve girişimleri var. ABM’nin içinde yer alan güçlerin ve kişilerin bu yerel barış inisiyatifleriyle ilişkiye geçerek birlikte çalışmayı güçlendirmesini temenni ediyorum. Bu, hem ABM’nin hedeflerinin gerçekleşmesini hem de Almanya’daki barış hareketini güçlendirecektir.”

Avrupa Barış Meclisi Koordinasyon Kurulu

Murat Çakır, Günay Aslan, Hüseyin Avgan, Turgut Öker, Ömer Polat, Mehmet Şahin,Kemal Uzun, Işık İşcanlı, Koray Düzgören, Doğan Özgüden, Mustafa Peköz,Engin Erkiner, Yaşar Kaya, Erkan Demirtaş, Veli Yadırgı, Gule Karahasan, Mustafa Yaşacan, Mehmet Özgül, Fuat Kav, Songül Karabulut, Özlem Alev Demirel, Ali Can, Fırat Yurtsever, Kenan Azizoğlu, Derwich Ferho, Ender Karataş, Ahmet Karamus, Kemal Görgülü, Bülent Gündüz, Nuray Şen, Erkan Kobanlı, Mehmet Güven, Ömer Kıral, Ayhan Demir, Behçet Kızılyel, Haşim Kutlu, Veli Roj, İlhami Erdoğan, Hasan Kutlu, Ali Gürsu, Gül Güzel, Necati Akın, İhsan Gedik, Baki Coşkun, Nihal Bayram, Vasfi Varol, Pınar Tuğcu, Mesut Demirkaya ve Kemal Göktepe.

Avrupa Barış Meclisi Sekretaryası

Günay Aslan, Murat Çakır, Koray Düzgören, Dr. Işık İşcanlı, Songül Karabulut, Yücel Özdemir, Doğan Özgüden, Mustafa Peköz, Mehmet Şahin, Pınar Tuzcu.

Avrupa Barış Meclisi Kuruluş Kongresi Sonuç Bildirgesi

26 Nisan 2008 Cumartesi günü Almanya'nın Düsseldorf kentinde gerçekleştirilen Avrupa Barış Meclisi Kuruluş Kongresi’ne katılan degisik Avrupa ülkelerinden ve çeşitli meslek gruplarından barış savunucuları, Avrupa Barış Meclisi aracılığıyla insanlığın temel özlemi olan barışın gerçekleşmesi çabasına katılmaya karar vermiş ve bu yöndeki ortak iradelerini beyan etmişlerdir.

Almanya başta olmak üzere Avrupa'nın birçok ülkesinden barış hareketi sözcüleri, sivil toplum örgütleri ve şahsiyetler de Kuruluş Kongresi'ne aktif destek vermişler; Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü Prof. Dr. M. Cengiz Güleç, Milletvekilleri Prof. Dr. Norman Paech ve Hüseyin K. Aydın, Alman barış hareketinden Prof. Dr. Andreas Buro ve Dr. Peter Strutynski kongreye bizzat katılarak, İngiltere Barış Hareketi Sözcüsü Tony Ben ile İsveç Memur Sendikası Genel Sekreterliği ise gönderdikleri mesajlar ile katkı sunmuşlardır. Avrupa barış hareketi temsilcileri özellikle »terörizm« suçlamasının, barışçıl çözümlerin önünü tıkadığını belirtmişler ve Kürt hareketinin terör listesinden çıkarılmasını talep etmişlerdir.

Avrupa'nın birçok ülkesinden ve yine birçok etnik kökenden, dil, din, mezhep ve siyasal eğilimden barışseverler, hem evrensel düzeyde hem de Türkiye ve Kürdistan’da barışın sağlanması yolunda mücadele edecek olan Avrupa Barış Meclisi'nin kuruluşunu ilân etmişlerdir. ABM Kuruluş Kongresi oy birliği ile vahşice öldürülen İtalyan barış gelini Pippa Bacca’ya adandı.

Kuruluş Kongresi'nde bir araya gelen barışseverler ortak bir irade ile; bölge ve dünya barışıyla birlikte halklarımızın geleceğini de tehdit eden Kürt sorununun barışçıl çözümünün önemine dikkat çekmiş, bu yöndeki arayışları desteklemek amacıyla yapılması gerekenleri belirlemiş; kısa, orta ve uzun vadeli bu hedefleri gerçekleştirmesi için de Avrupa Barış Meclisi Koordinasyon Kurulu ile ABM Sekretaryası'nı görevlendirmiştir. Kongreye katılan delegelerin oy birliğiyle seçtiği Koordinasyon Kurulu'nun yine oy birliğiyle görevlendirdiği Sekretarya da kongrenin hemen ardından harekete geçmiş ve çalışmalarına başlamıştır.

»Türkiye'nin barışını öncelikli amaç olarak« benimseyen Türkiye Barış Meclisi'nin programını temel alan Avrupa Barış Meclisi, silahlı çatışmalarının durdurulması, Kürt sorununun barışçıl çözümü başta olmak üzere, Türkiye'de ayrımsız herkes için demokrasinin, insan haklarının, özgürlüklerin ve sosyal adaletin tesisi çabasına aktif destek sunmakta kararlıdır. ABM, Türkiye'den uzakta olsa da, oradaki savaştan, militarizmden, gerilimden, anlayışsızlıktan, ayrımcılıktan önemli derecede etkilenen Avrupa;daki Türkiye kökenli göçmenlerin barışçıl – demokratik iradesi olarak barışın tesisi için öncelikli olarak silahların susması ve diyalog kanallarının açılması çağrısı yapmaktadır. Bu yoldaki ilk adım olarak da Kürdistan’ın değişik bölgelerinde sürdürülen ve bir çok insanımızın yaşamına mal olan operasyonların bir an evvel durdurulmasını talep eder.

ABM, en son Sakarya’da olduğu gibi güvenlik güçlerinin kontrollü kışkırtması altında meydana gelen linç girişimlerini endişe ile izlemektedir. ABM kışkırtılan şiddet olaylarının derhal sona erdirilmesi için Türkiye hükümetini acilen göreve davet etmektedir. Aksi takdirde hükümet, Kürtlere karşı kışkırtılan sivil faşist güçlerin yol açacağı çatışmaların ve bunların sonuçlarının sorumlusu olduğu suçlamasından asla kurtulamayacaktır.

ABM, sonuçlarının herkes için yıkıcı olacağı bir etnik ve bölgesel savaşa dönüşme tehlikesi taşıyan çatışmaların derhal durdurulmasını, inkâr ve imhaya yönelik militarist yaklaşımlardan vazgeçilmesini, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlükler önündeki bütün engellerin kaldırılmasını talep etmektedir.
ABM bu çerçevede Türkiye sendikal hareketi ile de sıkı dayanışma içerisinde olduğunu açıklar. Sendikal hareket üzerindeki baskılar, sosyal güvenlik sistemlerinin neoliberal dönüşümünü hızlandırarak, emekçiler başta olmak üzere geniş kesimlerin sosyal haklarını budayan adımlar, ülke kaynaklarının uluslararası tekellere peşkeş çekilmesi ve 1 Mayıs’ın kutlanmasına yönelik kısıtlama ve yasaklar artık sona erdirilmeli; toplumsal adaletin ve sosyal hakların olduğu eşit bir geleceği kurmak için gerekli olan bütün adımlar atılmalıdır.

ABM, gerek Türkiye ve Kürdistan’da, gerek Avrupa’da, gerekse de dünyanın her tarafında çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesi için mücadele eden, »başka bir dünya« umudunu taşıyan işçilerin, sendikal hareketlerin ve bütün uluslardan emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ı kutlar ve tüm barışseverleri, her yerde barış, demokrasi ve sosyal mücadelenin bütünleşmesi, farklı güçler arasındaki dayanışmanın örülmesi ve savaşsız, sömürüsüz, ayrıcalıksız bir gelecek için alanlara çıkarak, 1 Mayıs’ı birlikte kutlamaya çağırır.

Toplumsal adalet, sendikal haklar, barış, eşitlik ve demokrasi için:
Haydi alanlara! Haydi 1 Mayıs’a!

30 Nisan 2008
http://www.eurobaris.com/

baris-genel.jpg


Doğan Özgüden'in 26 Nisan 2008 tarihinde Düsseldorf'taki
Avrupa Baris Meclisi'nde yaptigi konusmanin tam metni



Değerli dostlar,

Bugün Almanya’nın Düsseldorf kentinde, kimisiyle yıllardan beri demokrasi, insan hakları ve barış için birlikte mücadele verdiğim, çoğunun mücadelesini uzaktan takdirle izlediğim böylesi seçkin insanlar topluluğuna hitap etmekten büyük bir kıvanç ve onur duyuyorum.

Kuşkusuz ki, burada bir araya gelen bireylerin tümü arasında bir örgütsel birlikten bahsetmek olası değil. Herbirimiz farklı bir mücadele birikimiyle buradayız. Kimilerimiz zamanında « antagonistik » sayılabilecek çelişkiler içindeki farklı örgütlerin militanlığını yapmış olabilir, kimimiz hiçbir zaman bir politik örgütlenme içinde bulunmamış olabilir.

Bugün dahi ideolojik, stratejik ve taktik planlarda farklı farklı tercihlerimiz olabilir.

Ne ki, bugün burada bir araya gelmişsek, bunu sağlayan, bu farklılıkların ötesinde, Türkiye ve Kürdistan halklarının özgürlüklerinin ve temel haklarının tanınması, güneyiyle ve kuzeyiyle, doğusuyla batısıyla coğrafyamızın gerçekten demokratik bir düzene kavuşturulması mücadelesine herbirimizin yürekten bağlı olmamızdır.

Kişi, siyasal baskılar nedeniyle anayurdundan kopmuşsa, sürgün toprağına ayak basar basmaz, kendi kişisel statüsünü dahi güvenceye almadan, Türkiye’deki demokrasi ve özgürlük mücadelesine nasıl katkıda bulunabileceğinin arayışı içindedir.

Ilk kez 1915 Ermeni Soykırımı’nın yarattığı Ermeni diyasporasının ilk örneğini verdiği bu gerçek, 12 Mart sürgünleri, 12 Eylül sürgünleri için de, Kürt ulusal direnişinin başlamasından sonra daha büyük kitleler halinde gelen Kürt, Ermeni, Asuri, Kildani, Yezidi mülteciler için de geçerlidir.

İki yıl önce, 12 Mart 1971 Darbesi’nin 35. yıldönümü dolayısıyla Asuri, Ermeni, Kürt ve Türk demokratik kuruluşları olarak Belçika Parlamentosu’nda düzenlediğimiz bir basın toplantısında ve Brüksel Anakent Belediyesi’nde düzenlediğimiz bir kollokyumda, şunu belirlemiştik:

12 Mart Darbesi’nin üzerinden bir asrın üçte birini aşan bir süre geçmiş olmasına rağmen Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunlarda ciddi bir değişim yoktu. Tutuklamalar, yargılamalar, yasaklar, işkenceler, ulusal, etnik ve dinsel baskılar, zaman zaman yoğunluk değişimine uğrasa da devlet politikası olarak devam ediyordu.

Üstelik 12 Eylül Darbesi’nden sonra bu uygulamalar, askerin dayattığı faşizan, ırkçı bir anayasanın himayesinde yapılıyordu.

İktidara hangi parti gelirse gelsin, muhalefetteyken çok farklı şeyler söylemiş olsa bile, askeriyenin « milli güvenlik » brifingleriyle beyin yıkamasına tabi tutulduktan sonra, aynı baskı ve şiddet politikasının en ateşli uygulayıcısı haline geliyordu.

Bu yıl, 12 Mart Darbesi’nin 37. yıldönümü dolayısıyla durum daha da vahim. Sistematik insan haklari ihlallerinin örgütleyicisi, tahrikçisi ve en gaddarca uygulayıcısı Türk Ordusu, 2008 yılıyla birlikte sınır ötesi operasyonlara da başlayarak bölge istikrarını sürekli tehdit eden bir güç haline gelmiştir.

Türkiye Kürdistanı halkına karşı yıllardan beri sürdürulen saldırılar şimdi Güney Kürdistan’ı da hedef almakta, Musul ve Kerkük’ü de Türkiye’de gösteren « Misakı Milli » haritaları provokatör medyanın birinci sayfalarını süslemektedir.

Uluslararası camianın tüm muhalefetine karşın, Türk Ordusu Kıbrıs adasının kuzey yarısını işgal altında tutmaya devam etmektedir.

Turan ütopyasından kaynaklanan Türk yayılmacılığı, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan bir bölgeyi, Kafkas, Orta Asya ve Balkan ülkelerini kontrol altına almak için askeri, ekonomik, ticari, dinsel ve eğitsel tüm olanakları seferber etmiştir.

Türkiye Devleti’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, Türk Ordusu’nun komutanları bu ülkelere yaptıkları gezilerde « soydaş » lafını ağızlarından düşürmemektedir. Abdullah Gül, Türkmenistan'a gittiiğinde, anavatandan atavatana geldigini söyleyerek, cumhuriyetin tüm yurttaşlarının değil, sadece Türk kökenlilerin cumhurbaşkani olduğunu ima etmektedir.

Başbakan başta olmak üzere hukümet üyeleri, kendi yönettikleri cumhuriyette 20 milyonluk Kürt halkının en temel haklarını hâlâ hiçe sayıp bunları talep edenleri « terörizm işbirlikçisi » diye damgalarken, ellerini sıkıp bir masaya oturmayı reddederken, Balkan ülkelerie yaptıkları ziyaretlerde « eşitlik talebi» adına bu ülkelerin Türk ve Müslüman azınlıklarını provokatif demeçlerle kışkırtmakta, yabancı ülkelerin toprağında Türk bayraklı Atatürk resimli seçim kampanyaları organize ettirmekte hiçbir sakınca görmemektedir.

Bugün dünyanın dört bir yanına dağılmış, özellikle de Avrupa Birliği ülkelerinde, Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da, Hollanda’da, Avusturya’da yoğunlaşmış Türk göçmen kitleleri, Milli Güvenlik Kurulu’nun koordine ettiği, Türk diplomatik ve askeri misyonlarının fiilen uyguladığı, mafya ilişkileri içindeki Türk işadamlarının her parasal olarak desteklediği operasyonlarla her türlü demokratik, barışçıl girişime karşı koşullandırılmaktadır. Belçika örneğinde tanık olduğumuz gibi bu operasyonlar zaman zaman kriminel boyutlar kazanmaktadır. 

Beş yıl œnce demokrasi türküleriyle iktidara gelenler bugün sadece Kürt sorununda değil, tüm siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlarda en gerici mevzilere çekilmekte, 1 Mayıs œrneğinde görüldüğü gibi işi alenen işçi sınıfı düşmanlığına vardırmaktadîr.

İşte bu noktadadır ki, insan hakları, özgürlükler ve demokrasi için mücadele barış mücadelesiyle, ülkemizin geçmişinde hiçbir zaman olmadığı kadar özdeşleşmekte ve bütünleşmektedir.

Hemen belirteyim ki, bu mücadele, otuz yıl önce, yirmi yıl önce verdiğimiz mücadeleye oranla daha da zordur, çünkü Avrupa devletleri, Avrupa hükümetleri, hattâ demokratik partiler, demokratik kitle örgütleri ve de Avrupa medyası için Türkiye’yi gerçekten demokratik bir Avrupa ülkesi haline getirme mücadelesinin yerini « real politik » almıştır.

Bugün Türkiye’de gerçek anlamda bir savaş hali yaşanmaktadır. Bunu sadece askeri anlamda söylemiyorum. PKK gerillasıyla Türk Ordusu arasındaki silahlı çatışmanın ötesinde, Türkiye Kürdistanı’nda ve de yoğun Kürt yerleşimine sahip Batı metropollerinde siyasal bir savaş sürmektedir.

Utanç verici bir oportünizm içindeki AB otoriteleri, Avrupa hükümetleri, Newroz’larda, özgürlük mitinglerinde meydanları, caddeleri dolduran onbinleri, Kürt halkının tüm baskılara ve seçim dalaverelerine rağmen kendi temsilcilerini Kürt belediyelerinin başına getirdiği, Meclis’te grup oluşturduğu gerçeğini görmezden gelmeyi tercih ederek, bu halkın siyasal örgütünü « terörist örgütler » listesine sokmakta, bu halkın siyasal eylemlcilerini, basılı medyasını, televizyonunu, derneklerini sürekli baskı altında tutmaktadır.

Avrupa halklarının seçilmiş organı Avrupa Parlamentosu ne yapmaktadır ? Ne şiş yansın ne kebap…

Utanç 1. Bu parlamento 1987 yılında Ermeni Soykırımı’nın tanınmasını Türkiye’nin Avupa Birliği’ne üye olabilmesi için olmazsa olmaz koşullardan biri olarak kabul etmiştir.

Ne ki, Ankara’yla ortaklik müzakereleri açıldığından beri, soykırımı tanımanın şart koşulması şöyle dursun, değerlendirme raporlarında bu konu tamamen es geçilmektedir.

Utanç 2. DEP Milletvekili Leyla Zana’nın hapislerde çürütüldüğü yıllarda Avrupa Parlamentosu kendisine Sakharov Ödülü vermiş, büyük boy fotoğrafı yıllarca parlamento basın merkezini onurlandırmıştı.

Aynı Leyla Zana bugün, hem de Avrupa Komisyonu Baskani Baroso ile Genişleme Komiseri Olly Rehn’in Türkiye’de bulundugu sirada söylediği bir cümleden dolayı yeniden iki yıl hapse mahkum edilmekte,  Avrupa Parlamentosu’ndan ses çıkmamaktadır.

Tüm bunlar bir gerçeklik.

Ama bir başka gerçeklik : Tüm bu ihanetlere, yalnız bırakılmalara rağmen, tüm düzen partilerinin aşırı milliyetçilik, köktendincilik, Atatürkçülük karışımı militarist oligarşik sistem içinde elbirliğiyle uyguladığı tüm baskılara ve manevralara rağmen bir halk direniyor, mücadele veriyor.

Kürt halki, bu onurlu mücadelesinin barışçıl bir çözümle taçlandırılmasını yüz kere, bin kere haketmiştir.

Kürt insanı, erkeğiyle kadınıyla, yaşlısıyla genciylem Belçika’daki Flaman'ların ya da Wallon’ların, İspanya’daki Katalan’ların ya da Bask’ların, Bulgaristan, Kosova, Yunanistan, Makedonya ve Kıbrıs’taki Türklerin sahip olduğu hakların tümüne aynen sahip olmalıdır.
Kürdüyle Türküyle hiçbir genç artık sanayici-asker kompleksinin kışkırttığı militarizmin komplolarına kurban edilmemeli, Kürt olsun Türk olsun hiçbir ana toprağa düşen evlatlarının ardında  gözyaşı dökmemelidir.

Silahlar iki taraflı aynızamanda susmalı, Türkiye Kürdistanı, kim tarafından yerleştirilmiş olursa olsun, her yıl yüzlerce insanı öldüren ya da sakat bırakan tüm mayınlardan bir an önce temizlenmelidir.

Ne ki, barışçıl çözüm, « dağdakiler düze insin, devletin müşfik kollarına sığınsın » türünden Lafonten masallarıyla değil, Kürt halkının gerçek temsilcileriyle karşılıklı saygı ve eşitlik temelinde başlatılacak yapıcı görüşmelerle bulunmalıdır.

Bunun gerçekleşebilmesi ise, faşizan 12 Eylül anayasası, Türk Ceza Yasası ve Terörle Mücadele Yasası  başta olmak üzere olmak üzere mevzuattaki tüm anti-demokratik maddelerin bir an önce temizlenmesi, Türkiye siyasal yaşamının asker-sanayici kompleksinin tasallutundan, militarizmin ırkçı ve baskıcı yönlendirmelerinden kurtarılması gerekiyor.

Barışçıl çözümün, Kürt halkının gerçek temsilcilerini dışlayarak, onları her fırsatta lanetleyerek, mahkemelerde süründürerek, utanç verici komplolara kurban ederek bulunması mümkün değildir.

Dünkü konuşmasında herkese demokrasi dersi veren Anayasa Mahkemesi başkanı dahi, bu konuşmayı yaptığı yıldönümü toplantısına DTP'yi davet etmemeye özel bir özen göstermekte, sonra da "Herkes adalete güvensin" demektedir? Hakimin cellatlık yaptığı bir sisteme güvenmek mümkün olabilir mi?

Erdoğan'ın "benim milletvekillerim" dediği AKP saflarına şu veya bu şekilde assimile edilmiş Kürt kökenli kişilerle de barışçıl çözüm bulunamaz. Kuşkusuz ki, ortada iyi niyet varsa, onların da bu barış sürecinde olumlu katkısı sağlanabilir.

Ancak gerçek ve kalıcı bir barışçıl çözüm için Kürt halkının erzast değil gerçek temsilcilerinin öncelikli muhatap alınması olmazsa olmaz koşuldur.

Türkiye Barış Meclisi gibi, Avrupa Barış Meclisi’nin de Kürt sorununa bu temelde barışçıl çözüm aranmasına büyük katkı sağlayacağına inanıyor, başarı dileklerimle tüm barışsever dostlarımı yürekten selamlıyorum.


Önce işe siyaset dilinden başlamalı

Koray Düzgören, Yeni Şafak, 28 Nisan 2008

Düsseldorf Elle'de bir okulun geniş toplantı salonunda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden gelmiş yaklaşık 400 kişi, Avrupa'daki Türkiye kökenli gazetecilerin duayeni Doğan Özgüden'i dinliyor.

Özgüden insan hakları, barış ve demokrasi üzerine konuşuyor.

Yaşı neredeyse 70 gelmiş bu eski kurtun diri sesi heyecandan titriyor.

12 Mart 1971 darbesi öncesinden başlayarak devletin militarist ve antidemokratik uygulamalarından örnekler veriyor.

Devletin yurtdışına uzanan baskıcı, insan haklarını ve evrensel değerleri hiçe sayan yaklaşımlarının yolaçtığı bazı olayları anlatıyor.

İnsan hakları, barış ve demokrasinin gerekliliğine değiniyor.

Düsseldorf'ta atılan adımın bu yolda ne kadar önemli olduğunu ifade ediyor.

Toplantının amacı Avrupa Barış Meclisi'nin kuruluşunu ilan etmek.

Bu toplantı için bir süre önce şu çağrı yapılmıştı:

"Barışın dilini konuşmak, adalet ve demokrasiye katkıda bulunmak için bir araya gelelelim"

Avrupa'nın dört bir yanından yüzlerce kişi -hem de kendi olanaklarıyla- dün işte bu nedenle biraraya gelmişti.

Zor bir işti bu. Ülkelerinden binlerce kilometre uzakta, ülkelerindeki savaştan, militarizmden, gerilimden, anlayışsızlıktan, ayrımcılıktan, yoksulluğun yarattığı yakıcı sorunlardan etkilenen bu insanlar ne yapabilirlerdi bu konuda.

Oraya gelen hemen herkesin bir öyküsü vardı. Yazmaya kalkılsa ciltler dolusu hikaye çıkabilirdi. Üstelik bu hikayelerin hemen hepsi de yıkım, acı, hayal kırıklığı, hasret ve felaketlerle doluydu.

Bu insanların çoğunun aileleri yakınları, dostları, arkadaşları ve anılarının bulunduğu kentler, köyler, kırlar, dağlar, dereboyları orada kalmıştı. Bağlı oldukları değerler hala orada, geride bıraktıkları Türkiye'deydi.

Ve Türkiye'de, geride bırakılan, terkedilmek zorunda kalınan o ülkede, bu insanların ülkeden ayrılmak zorunda kaldıkları şartlar neredeyse aynen devam ediyordu.

Savaşsa savaş sürüyordu. İşkenceyse işkenceler azalmıyor hatta artıyordu. Baskıysa baskı. Çeteyse çete. Siyasal iktidarların anlayışsızlığı ise anlayışsızlık, siyasi liderlerin hoyratlığı ise hoyratlık.

Çoğunun bedenleri Avrupa'daydı ama ruhları, kafaları geride bıraktıkları ülkede dolaşıyordu.

Dolayısıyla ülkenin yaşadığı sorunlar ışık hızıyla Avrupa'ya yansıyor ve bu insanlar için bir keder, dert ve sıkıntı meselesi oluyordu.

Bu nedenlerle Avrupa'da toplanılmış olsa da Barış Meclisi, 'Türkiye Barısını Arıyor" demekte bir sakınca görmemişti.

Peki neydi barışın tesisi için yapılması gereken asgarı işler?

Toplantıda dağıtılan broşürde yeralan Barış Meclisi programına bakıldığında aslında bunların bildiğimiz şeyler olduğunu görüyoruz.

"Barış dilde başlatılmalı. Özellikle siyasetin dili, şiddete yolaçan ayrımcılıkktan ve milliyetçilikten arındırılmalı, ötekileştirici, yabancılaştırıcı ve düşmanlaştırıcı tüm söylemler terkedilmelidir. Çünkü siyasette soy mensubiyetine dayandırılan milliyetçi söylem ve özcü yaklaşımlar, karşıtını da doğurmakta, yurttaşlar arasındaki güven ve birlik orttamının oluşmasına zarar vermektedir."

Son günlerde Türkiye'de siyasetin diline bakalım.

Liderler birbiriyle ve mensup oldukları çevrenin dışında kalanlarla, sıradan vatandaşlarla nasıl konuşuyor? Onlara nasıl hitap ediyor?

Bu konuşmalar buram buram ırkçılık, ayrımcılık, kin, nefret, şiddet ve hoyratlık içeriyor.

Program devam ediyor:

"Herkesin, etnik kökeni, dinsel inançları, mezhebi, cinsiyeti, cinsel yönelimi, siyasal görüşleri nedeniyle ya da başkaca bir nedenden dolayı ayrımcılığa uğramaksızın eşit hak ve sorumluluklar ile siyasal alanda aktif özne olarak yer alabilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır."

Bunların ne olduğu aslında herkes tarafından biliniyor. Biliniyor ama yapılmak istenmiyor.

İçinde bulunulan ve kimseyi mutlu etmeyen bu ortamın temel nedeni de bu aslında.

İşte gerek Türkiye'deki gerekse de buna paralel Avrupa'da başlatılan bu barış girişimlerinin temel amacı da bu noktada ortaya çıkıyor.

Toplumsal barışın dinamitlendiği bu zehirli ortamın normalleimesi için bazı adımların atılmasını sağlayabilmek.

Bu kuşkusuz kolay bir iş değil.

Kuzey Irlanda'da yıllarca süren, binlerce insanın ölümüne, binlercesinin sakat kalmasına ve onbinlercesinin de ağır bir şekilde etkilenmesine neden olan savaş bitti, barış sağlandı.

Yeni bir siyasal süreç başlatıldı. Ama 30 yıl süren çatışma döneminin yaraları hala kapatılabilmiş değil.

Toplumsal barışı tam olarak sağlayabilmek amacıyla mağdurlarla, mağdur yakınlarının ve katillerin biraraya geldiği 'Yüzleşme Komisyonları' hala çalışmalarını sürdürüyor.

Kolay değil barış için çalışmak.

Her şeyden önce bu konuda niyet sahibi olmak gerekiyor.

Daha önce de söylediğim gibi, bu Barış Meclisi girişimleri belki çok önemli görülmeyebilir ama, barış için atılan her küçük adım barış yolunda büyük bir adımdır.

Çünkü Türkiye'nin acilen barışa ihtiyacı var.


Zana, Mandela, Nesrin ve de Avrupa!


Türk medyası bugün şu haberi veriyor: "Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ilk siyahi cumhurbaşkanı olan Nelson Mandela'nın hapisten çıkarılmasının 20'inci yıl dönümü ülkede düzenlenen törenlerle kutlanıyor. Aralarında ülkenin ileri gelenlerinin de bulunduğu yüzlerce Güney Afrikalı, Mandela'nın 27 yıl süren hapsinin son dönemini geçirdiği cezaevinden hareketle bir anma yürüyüşü yaptı. Mandela'nın salıverilmesi, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ırk ayrımcılığına son verilmesi sürecinde kilit rol oynamıştı." (Hürriyet, 11 Şubat 2010)
Güney Afrika halkının coşkusunu, İnfo-Türk yönetmeni Doğan Özgüden'in  Avrupa Barış Meclisi'nin sitesinde yayınlanan bir yazısını okurlarımıza sunarak paylaşıyoruz:


Doğan Özgüden
http://barismeclisi.com/home/
 
12 Mart darbesinden sonra Avrupa'ya siyasal sürgün olarak geldiğimizde, askeri cuntaya karşı Avrupa kurumlarında kampanya yürütürken o kadar aptalca ya da hinoğluhince sorularla karşılaşırdık ki, unutmam mümkün değil.
 
Tam 39 yıl sonra Şubat başında Avrupa Parlamentosu'nda toplanan Kürt Konferansı'nı Avrupa Barış Meclisi adına gelen Koray Düzgören'le izlerken o günlere döndüm.
 
O yıllarda Avrupa Birliği bugünkü kadar etkin değildi, uluslararası planda insan hakları ihlallerine müdahale olanağı bugünküne oranla daha sınırlıydı. Cunta'yı mahkum ettirme kavgamız daha ağırlıklı olarak Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi bünyesinde sürüyordu.
 
Türkiye'den gelen işkence ve dâva belgelerinden İngilizce bir dosya hazırlamış, Strasbourg'ta Avrupalı parlementerlere iletmeye çalışıyor, askeri rejim varolduğu sürece Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğini askıya aldırtmaya çalışıyorduk.
 
Hiç unutmuyorum, Avusturyalı sosyal demokrat bir milletvekili kendisine sunduğumuz belgelere şöyle bir göz attıktan sonra:
 
- İyi de, bu belgelerde mağdur olarak gösterilenler sakın komünist olmasın, dedi. Bakın Avusturya'da bizim SPÖ de dahil tüm partiler işbirliği yaparak komünistleri siyaset sahnesinden dışladık. Eğer Türkiye'de komünistlerin meşruiyet kazanmasına destek vermemizi umuyorsanız, boşuna hayal kurmayın.
 
Oysa o yıllarda komünist partisininin Türkiye siyasi hayatında adı dahi geçmiyordu, tutuklananlar, işkenceden geçirilenler, mahkum edilenler 60 sonrası yıllarda kurulup gelişen sol ya da demokratik örgütlerin, neşvünema halindeki Kürt rönesansının yöneticileri ve militanlarıydı.
 
O yıllarda ABD Avrupa'daki tüm dostlarını, sosyal demokrat partiler de dahil, "anti-komünizm"e koşullandırdığından, , hangi ülkede olursa olsun, Pentagon uşağı generallere direniş gösteren her kuruluş, her kişi derhal "komünist" ya da "Sovyet ajanı" diye damgalanıyor, bunların uğradıkları baskıları, haksızlıkları teşhir ederek insan hakları kuruluşlarının dayanışmasını istemek "şaibeli" bir faaliyet sayılıyordu.
 
Avrupa Parlamentosu'ndaki son konferansta da Avrupa Komisyonu Türkiye Masası Şefi Filori, Kürt sorununun çözümüne AB'nin ne türden bir katkı getirebileceğini anlatmaya çalışırken, yine aynı ABD patentli karalama yöntemiyle Kürt sorununda çözümsüzlüğe yeşil ışık yakıyordu. Çok iyi tanıdığım teranelerdi… Hiç şaşırmadım.
 
Filori'ye göre, Türkiye'deki Kürt sorununun taraflarından biri olan PKK, Avrupa'nın seçilmiş hükümetlerinin oybirliğiyle "terörist örgüt" ilan edilmişti, bu yüzden onunla herhangi bir dialog kurulması mümkün değildi.
 
Oysa Filori'nin kendisi de çok iyi bilir ki, Avrupa ülkelerinde PKK'nin "terörist örgüt"lüğü demokratik süreçlerde tartışılarak karara bağlanmış değil, doğrudan doğruya Türkiye'deki ırkçı ve militarist yönetimleri tatmin ederek bu ülkenin ekonomik, politik, askeri olanaklarını ABD çıkarları doğrultusunda istismar edebilmek için Washington tarafından dayatılmıştı.
 
Bu yalanı konferans katılımcılarının önünde Filori'nin yüzüne çarpmak için ısrarla söz istediğimiz halde, oturumu yöneten İngiliz milletvekili tarafından her nedense söz verilmedi.
 
Dert değil, o milletvekili de, Filori'nin kendisi de bunun bir kuyruklu yalan olduğunu, bu yalanda ısrar etmenin çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet olduğunu en az bizler kadar iyi bilirler.
 
Eğer PKK gerçekten iflah olmaz, asla ve kat'a muhatap alınamaz bir terrörist örgütse, Türkiye'de sadece Kürt illerinde değil, Batı illerinde de binlerle sokağa dökülüp PKK'nin barış masasına dahil edilmesi için dayatan yüzbinlere ne işlem yapılacaktır?
 
Evet, yüzlerce DTP yöneticisi ve de yüzlerce Kürt çocuğu sırf bu barışçıl istemde bulundukları için tutuklanıp kelepçeleniyor, zındanlara atılıyor. Ya meydanları doldurup aynı barışçıl istemi haykıran yüzbinler, bu istemi yürekten paylaşan sessiz yüzbinler… Tükenir mi, tüketilebilir mi?
 
Son diyeceğim yine ABD'nin emirlerine esas durmayı asli görev sayan Avrupa Birliği yöneticilerine:
 
Yıllardır Avrupa'nın tüm metropollerinde, hattâ en ücre köşelerinde meydanlara inerek aynı istemi haykıran Kürt kökenli Avrupa vatandaşlarına ne yapacaksınız? Hele Avrupa ülkelerinin vatandaşlığına geçmiş olanlar, Avrupa'da doğup büyümüş olanlar, Avrupa kurumlarında seçimle söz ve karar sahibi olanlar, Avrupa'nın sosyal, kültürel ve edebi yaşamına katkıda bulunanlar?
 
Tüm bu Kürtler de mi "terrörist"? Bu Kürtlerle dayanışma içindeki Türkler de, Avrupalılar da mı "terörist"?
 
Seçim yapmalısınız.
 
Eğer "Evet, onlar da terörist" diyorsanız, Ankara'daki üniformalı, üniformasız uçbeylerinizi tatmin etmek için açın yeniden tarihinizin utanç sayfalarındaki Guernica'ları, Treblinka'ları, Dachau'ları, Auschwitz'leri.
 
Ya da, demokrasi kriterlerine ve insan haklarına hâlâ çok saygılı olduğunuza inanıyorsanız, kırın bu Ankara-Washington mihverine kölelik zincirini, özür dileyin Kürt halkından. Hem de hiç gecikmeden...
 
Yetsin artık bu iki yüzlülük…
 
En azından, tüm yaşamını sadece Kürt halkının değil, tüm Türkiye halklarının özgürlüğü için mücadeleye adamış olan sevgili Leyla Zana'ya karşı dürüst olun.
 
1995'te zındandayken Saharov Ödülü verdiğiniz Zana yıllarca hapiste yattıktan sonra tekrar tekrar yargılanır, mahkum edilirken AB'ye üyelik görüşmelerinin nasıl sürdürülebildiğine bir izah gerekmez mi?
 
Soruyorum:
 
Saharov ödülü verdiğiniz diğer şahsiyetlerden herhangi biri, örneğin 1988'de ödüllendirdiğiniz Nelson Mandela, ya da 1994'te ödüllendirilen Teslime Nesrin aynı muameleye tabi tutulsa, onlara bunu reva gören rejimlerle aynı "al takke ver külah" ilişkilerini sürdürebilir miydiniz?
 
Kürt halkına ve Kürt halkının dostlarına bu konuda da dobra dobra verilecek bir yanıt gerek…
 
Hem de hiç gecikmeden… Guernica'sız bir Avrupa için, Auschwitz'siz bir Avrupa için…

http://www.info-turk.be/

flashfondationeditorsarchivespublicationsantlinks