A non-government information service on Turkey
Un service d'information non-gouvernemental sur la Turquie
Info-Türk title

flashfondationbulletinspublicationslinks


TÜRKİYE BELGELERİ

Akşam Gazetesi
Haftalık Ant
Doğan Özgüden'in Başyazıları
Aylık Ant
Ant Kitapları
Ant Üzerine
Yitirdiklerimiz
o
AKŞAM
(1964-1966)
Aksam

13 mars 1965: Aksam sur la résistance des mineurs de Kozlu

fasizmkapitalizm

Trois livres publiés par le quotidien Aksam:
Doğan Özgüden: Sur le fascisme et Sur le capitalisme
Inci Özgüden: Introduction à la musique classique



ANT
(1967-1971)
Weeklies / Hebdomadaires / Haftalık Dergiler
Monthlies / Mensuels / Aylık Dergiler
Books / Livres / Kitaplar




Weeklies / Hebdomadaires / Haftalık Dergiler

HAFTALIK ANT'IN 7 CİLDİ
(Ocak 1967'den Nisan 1971'e)

https://hdl.handle.net/10622/Z11226










*

ABD emperyalizmine, tekellere, militarizme, şovenizme, islamist tırmanışa ve Demirel iktidarına karşı
Sosyalizm, bağımsızlık, demokrasi ve Türkiye halklarının özgürlüğü için


Doğan Özgüden'in Başyazıları
(1967 - 1970)


Monthlies / Mensuels / Aylık Dergiler



AYLIK ANT'IN 13 SAYISI
(Mayıs 1970'den Mayıs 1971'e)

https://hdl.handle.net/10622/Z11225


Books / Livres / Kitaplar

https://www.info-turk.be/documents-pdf.htm#50








Ant Dergisi Hakkında
ANT DERGİSİ ÜZERİNE
 Yüksek Lisans Tezi

Songül Aydın

Yıldız Teknik Üniversitesi

pdf
PDF'i tıklayınız
sosyo

ANT'IN ÖYKÜSÜ
Doğan Özgüden'le
 Söyleşi

Deniz DERİN ÖNEN
Kapağı tıklayınız

EXHIBITION : VISUAL CHALLENGE OF THE LEFT 1963-1980
February 7, 2013: On the occasion of the 30th anniversary of the Iletisim Publishing House, an exhibition of posters and publication covers of the Left in Turkey between 1963-1980 was opened in Istanbul. During the ceremony a new book on the same subject was presented to readers (Yılmaz Aysan, Afişe Çıkmak, İletişim Yayınları, 494 pages, February 2013, Istanbul). 16 pages of the book are devoted to an interview with Inci Tugsavul Özgüden, co-founder and editor of the Ant Review and Publishing House, and to her works at that period.
Click here for the pages devoted to Tugsavul

afisinci

SERGİ: 1963-1980 SOL'UN GÖRSEL SERÜVENİ
7 Şubat 2013: İletişim Yayınları'nın 30. yıldönümü dolayısıyla İstanbul'da Türkiye solunun 1963-1980 döneminde gerçekleştirdiği afiş, kitap ve dergi kapağı gibi görsel ürünleri yansıtan bir sergi açıldı. Bu konuda yayınlanmış olan belgesel bir kitap da aynı gün okurlara sunuldu. (Yılmaz Aysan, Afişe Çıkmak, İletişim Yayınları, 494 sayfa, Şubat 2013, İstanbul). Kitabın 16 sayfası Ant Dergisi ve Yayınları kurucu ve yöneticilerinden İnci Tuğsavul Özgüden'le bir röportaja ve kendisinin o dönemde gerçekleştirdiği çeşitli çalışmalara ayrılmış bulunuyor.

Tuğsavul'a ayrılan sayfalar için tıklayınız

EXPOSITION: DEFI VISUEL DE LA GAUCHE 1963-1980
Le 7 février 2013: A l'occasion du 30e anniversaire des Editions Iletisim, une exposition d'affiches et de couvertures de la Gauche en Turquie dans les années 1963-1980 a été ouverte à Istanbul. Lors de la cérémonie, un nouveau livre sur le même sujet a été présenté aux lecteurs.  (Yılmaz Aysan, Afişe Çıkmak, İletişim Yayınları, 494 pages, Février 2013, Istanbul). 16 pages du livre sont consacrées à une interview avec Inci Tugsavul Özgüden, cofondatrice et éditrice de la revue et la maison d'édition ANT,  et à ses réalisations à l'époque.
Cliquer ici pour les pages consacrées à Tugsavul



Ant Dergisi'nin 40. Yıldönümü
Le 40e anniversaire de la revue Ant

Lors de la foire du livre d'Istanbul, le 27 octobre 2007, se déorulait une soirée exceptionnelle marquant le 40e anniversaire de la revue socialiste Ant, interdite par la junte du coup d'état de 1971, ainsi que le 30e anniversaire de la Maison d'édition Belge.

A la conférence dirigée par Yalcin Yusufoglu, une des figures éminentes du mouvement socialiste de Turquie, deux collaborateurs d'Ant, Faruk Pekin et Ragip Zarakolu, ont évalué le rôle important de la revue Ant tant dans le mouvement socialiste que dans les médias progressistes de Turquie.

Les deux fondateurs et dirigeants de la revue Ant, Dogan Özgüden et Inci Tugsavul, actuellement rédacteurs d'Info-Türk en exil, ont envoyé à la soirée un message commun. (Message Özgüden-Tugsavul)
dogan
tugsavul
Istanbul Kitap Fuari etkinlikleri çerçevesinde 27 Ekim günü, 1971 yilinda askeri cunta tarafindan kapatilmis olan sosyalist Ant Dergisi'nin 40., Belge yayinlari'nin 30. kurulus yildönümleri nedeniyle bir anma toplantisi düzenlendi.

Sosyalist hareketin seçkin simalarindan Yalçin Yusufoglu'nun yönettigi konferansta Ant'in yazarlarindan Faruk Pekin ve Ragip Zarakolu, derginin gerek Türkiye sosyalist hareketinde gerekse ilerici basin dünyasinda oynadigi önemli rolü degerlendirdiler. 

Halen siyasal sürgünde Info-Türk'ü yöneten Ant'in iki kurucusu ve yöneticisi Dogan Özgüden ve Inci Tugsavul da toplantiya ortak bir anma mesaji gönderdiler. (Ozguden-Tugsavul Mesaji)



Le 27 octobre 2007 au Foire du Livre d'Istanbul, Salle Heybeliada
October 27, 2007, at the Book Fair of Istanbul, Heybeliada Hall
27 Ekim 2007 Istanbul Kitap Fuari'nda, Heybeliada Salonu
à/at 18.30'da

Speakers/Orateurs/Konusmacilar:
Yalçin Yusufoglu, Faruk  Pekin, Ragip Zarakolu
Message/
Mesaj:
Dogan Özgüden - Inci Tugsavul


Istanbul Kitap Fuari'nda Ant Dergisi'nin 40. Yildönümü

Istanbul Kitap Fuari etkinlikleri çerçevesinde 27 Ekim günü , 1971 yilinda askeri cunta tarafindan kapatilmis olan sosyalist Ant Dergisi'nin 40., Belge yayinlari'nin 30. kurulus yildönümleri nedeniyle bir anma toplantisi düzenlendi. Sosyalist hareketin seçkin simalarindan Yalçin Yusufoglu'nun yönettigi konferansta Ant'in yazarlarindan Faruk Pekin ve Ragip Zarakolu, derginin gerek Türkiye sosyalist hareketinde gerekse ilerici basin dünyasinda oynadigi önemli rolü degerlendirdiler.  Halen siyasal sürgünde bulunan Ant'in iki kurucusu ve halen Info-Türk yöneticisi Dogan Özgüden ve Inci Tugsavul da toplantiya asagidaki ortak mesaji gönderdiler:

Özgüden ve Tugsavul'un ortak mesaji

36 yıldır görüşemediğimiz değerli dostlar…

Bugün, sevgili dostlarımız ve kavga arkadaslarımız Ragıp'la Faruk'un büyük bir duyarlılıkla Belge'nin 30. yılı anmasına dahil ettikleri Ant'ın 40. yılı anmasında birlikte olmayı ne denli isterdik.

Her ikisiyle, aralıklı da olsa, Avrupa'ya gelişlerinde buluşup özlem giderebiliyor, birlikte arayış ve mücadele günlerimizin anılarını tazeliyebiliyoruz.

Ant'ın binbir zorlukla boğuşarak hazırladığımız ilk sayısının tarihsel Tan Matbaası'nın rotatifinden çıkışını Yaşar Kemal ve Fethi Naci'yle birlikte coşkuyla kutladığımız 1966 Aralığı'nın üzerinden tam 40 yıl geçti.

Ama bu buruk bir coşkuydu…

Aynı mekanda, Ant'in çıkışından tam 21 yıl önce, Aralık 1945'te, bir başka öncü yayın, Tan Gazetesi, Kemalist Dikta'nın demir ökçesi altında susturulmuş, ardından da kurucuları Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel yurt dışına siyasal göçe zorlanmıştı.

Ant'ı çıkartırken, işçi sınıfı hareketinin sesini duyurmak görevinin yanısıra bizden önce bu uğurda kavga verenlerin bize bıraktığı mirasa layık olabilme sorumluluğu yayın politikamıza hep yön verdi.

Bunun içindir ki, yayınladığımız Ant kitapları arasında Zekeriya Sertel'in "Mavi Gözlü Dev"i ile Sabiha Sertel'in "Roman Gibi"si ayrı bir yer tutuyordu.

Özellikle Sabiha Sertel'in kitabının orijinallerini, tashihlerini okurken şu cümlelere geldiğimizde boğazımıza bir düğüm oturur, gözlerimiz yaşarırdı: "Bütün yazdığımız eserlerden, dergilerden bir tek dahi yanımıza alamamıştık. Yıllar boyu halk uğruna savaştığımız vatanımızdan bu şekilde ayrılmak acı bir şeydi. Uçağın merdivenlerini ağır ağır çıkarken yüreğim burkuldu. Bu her zamanki gibi bir seyahata çıkış değildi. Çok sevdiğim memleketimi, halkımı, dostlarımı, kardeşlerimi acaba ne kadar zaman sonra görecektim?"

Göremedi…

Biz görebilecek miyiz, bilmiyoruz.

Bildiğimiz tek şey, Ant'ı çıkarttığımız 40 yıl öncesinde Istanbul'da yaşadığımız şeyleri bugün bir başka yayını, 1974'te kurduğumuz Info-Türk'ü yönetirken, Belçika'nın ve Avrupa'nın başkenti Brüksel'de aynen yaşamakta olduğumuz…

60'lı yıllarda İstanbul'da Bozkurtlar tarafından basılma tehdidine karşı Ant'ın Ebusuud Caddesi'ndeki ve Başmusahip Sokak'taki bürolarında nasıl sabahladığımızı anımsıyoruz.

Bugün de Kürt, Ermeni, Süryani dostlarımızla birlikte Avrupa Komisyonu'na birkaç yüz metre mesafedeki lokallerimizde yine Bozkurt sürülerinin baskın tehdidine karşı sabahlıyoruz.

Kırk yıl önce Türkiye'de İçişleri Bakanı Faruk Sükan ve benzerlerinin Ant'a yaptıkları gibi, bugün de Brüksel'de Türkiye Cumhuriyeti'nin Büyükelçisi, yönettiğimiz kurumları, Türk faşistlerine hedef gösteriyor.

Ama ha orası, ha burası…

Kavga sürüyor.

Sınıfsal tutumu yanında Ant'ı farklı kılan, onun Kemalizme' ve militarizme karşı, Türkiye halklarının hak eşitliği için, enternasyonalist dayanışma için verdiği mücadeleydi.

Yaşar Kemal ve Fethi Naci'yle birlikte başlattığımız bu mücadele, daha sonra Tilda'nın ve de 1970 Haziran'ına kadar Ant'ın sorumlu müdürlüğünü üstlenen ve bu nedenle 12 Mart döneminde özgürlüklerinden olan Yaşar Uçar, Alpay Kabacalı ve Osman Saffet Arolat'ın katkılarıyla gelişti.
 
Son yıllarında Ant'ın yeni bir dinamizm kazanmasında, bilimsel sosyalizmin kaynaklarına ulaşmasında ve enternasyonalist ufkunun genişlemesinde Faruk Pekin ve Ragip Zarakolu başta olmak üzere genç arkadaşların büyük rolü oldu. Örneğin genç yaşta yitirdiğimiz sevgili Harun Karadeniz.

Ant, ona düşünce ve yazılarıyla hayat verenlerin yanısıra, en az onlar kadar, onu büyük bir özveriyle dizenlerin, basanların, ciltleyenlerin, dağıtanların ve de tabii ki sosyalist mücadelede şablonların dışında yeni ufuklar arayan okurlarının eseriydi.

Ant 1971 Darbesi'yle susturuldu.

Ragıp Zarakolu ile sevgili eşi, değerli yayıncı Ayşe Zarakolu, Ant farklılığını ayakta tutan, onu daha da geliştiren ve derinleştiren Belge Yayınları'nı kurdular.

30 yıldır Belge Yayınları'nın kavgasını uzaktan takdirle izliyoruz.

Belge'nin 30. yıldönümüyle Ant'ın 40. yıldönümünün birlikte kutlanması bize gurur ve kıvanç veriyor.

Belge'nin sürdürdüğü devrimci yayın çizgisinin daha iyi vurgulanabilmesi için, bizler bu kutlamaya bir başka gazetenin yıldönümünü de katıyoruz.

Sertel'lerin efsanevi Tan Gazetesi'nin 71. yıldönümünü…

Hepinizi kucaklıyoruz.

Doğan Özgüden – İnci Özgüden

le 40e anniversaire de la revue Ant à la Foire du Livre d'Istanbul

Lors de la foire du livre d'Istanbul, le 27 octobre 2007, se déorulait une soirée exceptionnelle marquant le 40e anniversaire de la revue socialiste Ant, interdite par la junte du coup d'état de 1971, ainsi que le 30e anniversaire de la Maison d'édition Belge. A la conférence dirigée par Yalcin Yusufoglu, un des dirigeants du mouvement socialiste en Turquie, deux collaborateurs d'Ant, Faruk Pekin et Ragip Zarakolu ont évalué le rôle important de la revue Ant tant dans le mouvement socialiste que dans les médias progressistes de Turquie. Les deux fondateurs de la revue Ant, Dogan Özgüden et Inci Tugsavul, actuellement les dirigeants d'Info-Türk en exil, ont envoyé à la soirée le message commun suivant:

Message de Dogan Özgüden et İnci Tugsavul

Chers amis qui nous manquez depuis 36 ans…

Aujourd'hui, nous souhaiterions tant être parmi vous lors de la célébration de la 40e année de la revue Ant que nos chers amis et camarades Ragip et Faruk ont jointe à celle de la 30e année de la maison d'édition Belge.

Nous les voyons tous les deux de temps en temps quand ils passent à Bruxelles. Ces rencontres nous permettent de  rafraîchir nos souvenirs des jours de luttes et recherches communes.

40 ans ont passé depuis la fin décembre 1966 où nous avions célébré avec Yasar Kemal et Fethi Naci, deux autres fondateurs, la sortie du premier numéro d'Ant de la rotative de l'imprimerie historique Tan.

Il s'agissait d'une joie amère…

Au même endroit, 21 ans avant la parution d'Ant, en décembre 1945, une autre publication d’avant-garde, le journal Tan avait été réduit au silence par vandalisme sous le talon de fer du Kémalisme. Ensuite, les fondateurs du journal, Sabiha Sertel et Zekeriya Sertel avaient été contraints à l'exil politique sans retour.

En réalisant la revue Ant, notre souci principal était double :  faire entendre la voix de la classe ouvrière et être digne de l'héritage laissé par ceux qui ont, avant nous, lutté pour le même but.

C'est la raison pour laquelle, parmi les livres d'Ant que nous avons publiés, le "Géant aux yeux bleus" de Zekeriya Sertel et "Comme un roman" de Sabiha Sertel avaient une place exceptionnelle.

Lors de la lecture des originaux et épreuves du livre de Sabiha Sertel, nos yeux se voilaient de larmes et un noeud se formait dans notre gorge à la lecture de ce passage: "Nous n'avons même pas pu emporter un seul exemplaire de tous ceux que nous avons écrits ou publiés. Il était très douloureux de quitter ainsi notre pays où nous avons combattu pendant des années pour le bien de notre peuple. Lorsque je suis montée dans l'avion, mon coeur était brisé. Il ne s'agissait pas d'un départ comme les autres fois. Quand pourrais-je revoir mon pays si cher, mon peuple, mes amis, mes frères et soeurs?"

Vous le savez: elle n'a pas pu les revoir.

Et nous, pourrons-nous les revoir? On ne le sait pas.

Ce que nous savons par contre très bien, c’est que nous revivons aujourd'hui à Bruxelles, capitale européenne,les mêmes évènements  qu’il y a 40 ans,  alors que nous dirigeons la publication Info-Türk fondée en 1974.

Nous nous rappelons comment, dans les années 60', nous passions des nuits blanches à la rédaction d'Ant, avenue Ebusuud ou rue Basmusahip, en état d'alerte contre une éventuelle razzia des Loups Gris.

Aujourd'hui, dans nos locaux à quelques centaines de mètres de la Commission Européenne à Bruxelles, nous sommes, avec nos camarades kurdes, arméniens, assyriens, en état d'alerte contre la menace de razzia des Loups Gris.

Comme le faisaient, il y a quarante ans en Turquie, le ministre de l'Intérieur Faruk Sükan et ses consorts contre Ant, aujourd'hui à Bruxelles, l'ambassadeur de la République de Turquie désigne les institutions que nous dirigeons comme cibles pour les fascistes turcs.

Là ou ici…

Se poursuit la même lutte…

Ce qui distinguait Ant des autres était, non seulement son engagement à la cause de la classe ouvrière, mais aussi son combat contre le Kémalisme et le militarisme, pour l'égalité de tous les peuples de Turquie et pour la solidarité internationale.

Cette lutte que nous avons débutée avec Yasar Kemal et Fethi Naci s'est développée ensuite avec la contribution de Tilda Kemal ainsi que des éditeurs responsables : Yasar Ucar, Alpay Kabacali et Osman Saffet Arolat. Ceux-ci ont été emprisonnés après le coup d'état de 1971 pour leur contribution à Ant.

Les dernières années, Faruk Pekin, Ragip Zarakolu et d'autres jeunes camarades ont énormément contribué à la redynamisation d'Ant par l'élargissement de la vision internationaliste et l'accès aux sources du socialisme scientifique. Nous tenons à mentionner ici plus particulièrement le nom de Harun Karadeniz que nous avons perdu très jeune.

À côté de la contribution intellectuelle de tous ces amis, Ant était également l'oeuvre de ceux qui la composaient, imprimaient, reliaient, distribuaient et, bien entendu, de nos lecteurs qui cherchaient de nouveaux horizons dans la lutte socialiste.

Ant a été condamné au silence par le coup d'état de 1971.

Ragip Zarakolu et son épouse Ayse Zarakolu ont fondé la maison d'édition Belge qui a repris le relais tout en poursuivant, développant et approfondissant la ligne de combat d'Ant.

Depuis 30 ans à Bruxelles, nous suivons de près la lutte de Belge avec grande admiration.

Nous sommes très honorés que la célébration du 40e anniversaire d'Ant ait été jointe au 30e anniversaire de Belge.

Pour mieux valoriser la ligne progressiste que Belge poursuit, nous nous permettons de joindre à cette célébration commune l'anniversaire d'une autre publication: le 71e anniversaire du journal légendaire Tan de Sabiha et Zekeriya Sertel…

Nous vous embrassons tous.

Dogan Özgüden - Inci Tugsavul






YİTİRDİKLERİMİZ

Çetin Altan, Yaşar Kemal, Fethi NaciYaşar Uçar, Alpay Kabacalı,
Mekin Gönenç, Hüseyin Baş, Hüseyin Kıvanç, Uğur Hüküm, 
Barbro Karabuda,Güneş Karabuda,Tektaş Ağaoğlu,Müşür Kaya Canpolat


Çetin de gitti, hava kurşun gibi ağır!



1966 yılında İstanbul’da işçi sınıfının uyanışıyla ilgili Karanlıkta Uyananlar filmi üzerine
bir açık oturumda Çetin Altan, İlhan Selçuk, Doğan Özgüden, Ayperi Akalan ve Beklan Algan

Çetin Altan, 1953'ten itibaren 50'li ve 60'lı yıllarda Sabah Postası, Milliyet ve Akşam gazeteleriyle Ant Dergisi'nde birlikte mücadele verdiğim Türkiye'nin en seçkin gazetecilerindendi... Gazeteciliğin yanısıra sosyalist hareketin örgütlenme sürecinde, sendikal mücadelede, açık oturumlarda beraberdik.

Genel yayın yönetmeni olduğum dönemde Akşam'daki günlük fıkralarıyla ve de polemikleriyle sosyalist düşünce ve eylemin gelişmesine büyük katkı getirdi. Onunla da kalmadı, 1965 seçimlerinde Türkiye Isçi Partisi listesinden bağımsız İstanbul milletvekili seçildi. Bağımsız olarak kendisine söz verilmediği için Türkiye İşçi Partisi'ne katılarak AP'li milletvekilleri tarafından sövülme ve dövülme bahasına Meclis'te sosyalistlerin sesini yükseltti.

Geniş kültür birikimi, Türkçe'yi kullanmaktaki ustalığı, tabulara meydan okumasıyla  Türkiye basın ve düşün yaşamının anıt isimlerinden biri oldu.

Dostluk yıllarımız acı-tatlı anılarla dolu...

1965'te, Meclis'te kavgalı bir oturumun akşamında, Çetin'in Ankara'daki evinde ilk kez Nazım Hikmet'in kendi sesinden bir kaydını büyük coşkuyla dinlemiştik:

    Hava kurşun gibi ağır
    Bağır bağır bağır bağırıyorum
    Koşun
    Kurşun eritmeğe çağırıyorum


Hava bugün Brüksel'de de kurşun gibi ağır...

Türkiye'nin demokratikleştiğini görmek 1953'ten beri ortak tutkumuzdu…

Sonsuza yolculuğunda güle güle Çetin...

Göremeden ayrıldın bu dünyadan, belki bizim kuşağın son yaşayanları, belki ardımızdan gelenler de göremeyecek...

Ama bunca yıldır boşuna bağrılmadı, haykırılmadı...

Bu ülkenin insanları, Asuri'si, Ermeni'si, Kürd'ü, Rum'u, Türk'üyle elbet bir gün o günleri görecekler...

Kurşun dökülecek...

Nazım ustanın dediği gibi "güzel günler göreceğiz çocuklar..."

Doğan Özgüden
Brüksel, 22 Ekim 2015


Ant kurucularından, büyük yazarımız Yaşar Kemal’i kaybettik

Edebiyatımızın dev yazarı Yaşar Kemal'i kaybettik. 91 yaşında yaşama veda eden Yaşar Kemal sadece ülkemiz gerçeklerini şiirsel bir dille haykıran bir edebiyatçı değil, aynızamanda ulusal sorun da dahil Türkiye'nin tüm temel sorunlarına çözüm getirebilmek için ömrünün önemli bir kısmını Türkiye İşçi Partisi saflarında mücadeleye hasretmiş bir aydındı.

Bu niteliğiyledir ki, Fethi Naci ve Doğan Özgüden'le birlikte 1967 yılında yayına başlayan sosyalist Ant Dergisi'nin kurucularından biri olmuş, onun sürekli yazarları arasında yeralmıştı.

1968'den itibaren eşi Tilda Gökçeli'yle birlikte Ant Yayınları'nın kuruluşuna da katkıda bulunmuş, İnce Memed, Ölmezotu, Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır, Üç Anadolu Efsanesi adlı yapıtları bu yayınevi tarafından yayınlanmıştı.

1969 yılında görüş ayrılığı nedeniyle Ant'tan ayrılmış olmasına rağmen 12 Mart Darbesi'nden önceki dönemde Ant'ta yayınlanan yazıları nedeniyle Yaşar Kemal hakkında açılan 10 davada 43,5 yıl hapis istenmişti.



      1967 yılında açılan davalar… 1970’de Yaşar Kemal için istenen hapis cezaları 43,5 yıla yükselmişti


Ant’ın diğer kurucusu Fethi Naci’nin 3 Nisan 2008’de ölümünden sonra bugün Yaşar Kemal’i de kaybetmiş olmamızdan dolayı üzüntümüz derindir.

Yakınlarının ve dostlarının acısını paylaşıyor, edebiyat dünyamıza ve de özellikle uğrunda mücadele verdiği Türkiye’nin ezilen tüm halklarına başsağlığı diliyoruz.


Brüksel, 28 Şubat 2015


Ant Dergisi ve Yayınları Yöneticileri
Doğan Özgüden - İnci Tuğsavul

*
Ant Dergisi kurucularından Fethi Naci'yi yitirdik


Düşünceye saygı... Örgüte eleştirel destek...


fethi naci
Çağdaş Türk edebiyatının en etkili kişiliklerinden, eleştirmen, yazar ve yayıncı  Fethi Naci 23 Temmuz 2008'de İstanbul'da hayatını kaybetti. Fethi Naci, Doğan Özgüden ve Yaşar Kemal'le birlikte 1967'de yayına başlayan sosyalist Ant Dergisi'nin üç kurucusundan biriydi.

İnfo-Türk Yayın Yönetmeni  Doğan Özgüden, Fethi Naci'nin ölümü üzerine şu mesajı yayınladı:

"Sevgili Fethi Naci'yi yitirdiğimizi bizi onyıllardır tüm dostlarımızdan uzak düşüren siyasal sürgünde bugün ögrendik.

"Kendisiyle Türkiye İşçi Partisi'nin ilk örgütlenme yıllarında tanışmış, partinin ilk programının hazırlanışında, bir süre önce yitirdiğimiz bir başka seçkin insan, Selahattin Hilav'la birlikte çalışmıştık.

"Genel Yönetim Kurulu üyeleri olarak parti içindeki antidemokratik uygulamalara karşı çıktığımız için her ikimiz de partiden ilk ihraç edilenler arasındaydık. Ne ki, bu eleştirel tavrımıza rağmen, işçi sınıfının siyasal örgütü olan Türkiye İşçi Partisi'ne hiçbir zaman karşı tavır almadık.

"Dönemin tek sol günlük gazetesi Akşam'ın genel yayın müdürlüğünü yaptığım yıllarda Naci kavga beraberliğimizi bu gazeteye yazdığı  "Düşünceye Saygı" başlıklı yazılarıyla devam ettirdi.

"1967'de sosyalist Ant Dergisi'ni Fethi Naci ve Yaşar Kemal'le birlikte kurduk. Orada da ortak tavrımız düşünceye saygı ve işçi sınıfı örgütüne eleştirel destek oldu. İşçi sınıfımızın sendikal örgütü DİSK'in kuruluşunda ve mücadelesinde de tavrımız buydu...

"Naci ayrıca, edebiyat yaşamımıza damgasını vuran eleştirmenliğinin yanısıra, Gerçek Yayınevi'ni kurup yüzlerce seçkin eser yayınlayarak Türkiye'nin düşünce hayatına unutulmaz katkılar sağladı.

"Ölümü, düşünce hayatımızın ve işçi sınıfı mücadelemizin büyük kaybıdır. Bu kalibrede bir insanın eksikliği her daim hissedilecektir.

"İnci'yle birlikte, dostumuz, mücadele arkadaşımız sevgili Naci'nin ölümü  dolayısıyla ailesinin, onu seven tüm dostlarımızın ve de Türkiye işçi sınıfının acısını paylaşıyor, başsağlığı diliyoruz."

Gerçek ismi İsmail Naci Kalpakçıoğlu’ydu, gençlik yıllarında yayımlattığı öykü ve şiirlerinde bu adı kullandı. Ama hayatının esas çabası olan ‘eleştiri ve deneme’lerindeki imzanın Fethi Naci olmasını tercih etti.

Fethi Naci kimdir?

Fethi Naci 1927’de Giresun’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne girdi. Çok sevdiği babasının adını kendi adına ekleyerek Fethi Naci imzasıyla yazılar kaleme almaya başladığında yıl 1953’tü; İktisat’ı bitireli dört yıl olmuştu ve Naci Kalpakçıoğlu geçimini bir fabrikada muhasebeci olarak kazanıyordu. Uzun yıllar bu tür işler yaptı ama onun gerçek yaşamı siyaset ve edebiyatla ilgiliydi.

1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne giren Fethi Naci, Vatan gazetesinde ve Sosyal Adalet dergisinde siyasal yazılar yazdı. Partiyle ilişkisi kesildikten sonra aynı doğrultudaki yazılarını Yön’de ve Ant dergisinde sürdürdü. Bu dönemde sosyal, politik denemelerinden ve incelemelerinden oluşan kitapları çıktı. ‘Azgelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm’, ‘Emperyalizm Nedir?’, ‘Azgelişmiş Ülkelerde Askeri Darbeler ve Demokrasi’, ‘100 Soruda Atatürk’ün Temel Görüşleri’ gibi. 1968’de iyice edebiyata odaklandı. Fethi Naci siyasetle edebiyat arasında kurduğu ilişkiyi eleştirmen olarak da taşıdı. Eleştirisinin çerçevesi, Behçet Necatigil Sözlüğü’nde yer alan “Toplumcu sanatın kuramlarını kurmaya çalışan bir eleştirmen olarak tanındı” sözüyle özetlenebilir.

Tutarlı, titiz ve cesur

1965’te Gerçek Yayınevi’ni kurdu. Bu yayınevinden çıkan özellikle ‘100 Soruda’ dizisi çok etkili oldu. Eleştiri yazılarını çeşitli dergilerde ve uzunca bir süre Cumhuriyet Gazetesi’nin kitap ekinde yayımladı. Tutarlı, titiz ve cesur tavrıyla Nurullah Ataç’tan sonra en çok okunan, takip edilen, en etkili edebiyat eleştirmeni oldu. Daha 1960 yılında Dost dergisinin düzenlediği soruşturmada ‘en beğenilen eleştirmen’ seçilmişti ve hep öyle kaldı.

'Bir Hikayeci: Sait Faik-Bir Romancı: Yaşar Kemal'' adlı yapıtıyla 1991 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülünü alan Fethi Naci'nin yapıtları arasında ''İnsan Tükenmez (1956)'', ''Gerçek Saygısı (1959)'', ''Azgelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm (1965)'', ''Emperyalizm Nedir? (1965)'', ''Azgelişmiş Ülkelerde Askeri Darbeler ve Demokrasi (1966)'', ''Kompradorsuz Türkiye (1967)'', ''100 Soruda Atatürk'ün Temel Görüşleri (1968)'', ''On Türk Romanı (1971)'', ''Edebiyat Yazıları (1976)'', ''100 Soruda Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme (1981)'', ''Eleştiri Günlüğü (1986)'', ''Bir Hikâyeci: Sait Faik-Bir Romancı: Yaşar Kemal (1990)'', ''Gücünü Yitiren Edebiyat (1990)'', ''Roman ve Yaşam (1992)'', ''Eleştiride 40 Yıl (1994)'', ''40 Yılda 40 Roman (1994)'', ''Reşat Nuri'nin Romancılığı (1995)'', ''50 Türk Romanı (1997)'', ''Şiir Yazıları (1997)'', ''60 Türk Romanı (1998)'', ''Kıskanmak (1998)'', ''Sait Faik'in Hikâyeciliği (1998)'', ''Yaşar Kemal'in Romancılığı (1998)'', ''Yüzyılın 100 Türk Romanı (1999)'' ve ''Dönüp Baktığımda (1999)'' yer aldı. (Radikal, 24 Temmuz 2008)


Örnek bir insanı, Mekin Gönenç'i kaybettik


mekin
Mekin Gönenç
1931-2011

Ant Dergisi ve Ant Yayınları yazarlarından Mekin Gönenç'i 5 Temmuz 2011'de Çeşme'de kaybettik.

Acımız büyüktür.

Mekin, özellikle ABD'nin sadece Türkiye değil, dünyanın tüm ülkeleri üzerindeki siyasal, ekonomik ve askeri hegemonyasını belgelerle açıklayan yazılar ve kitaplar yazmış, ulusal kurtuluş hareketleri ve sosyal devrimler üzerine sayısız çeviriler yapmıştı.

28 Subat 1931 tarihinde Izmir'de doğmuş olan Mekin Gönenç, Türk Hava Kuvvetleri'nin seçkin jet pilotlarından biriyken 50'li yıllarda siyasal iktidarın baskıcı uygulamalarını protesto ederek ordudan ayrılmış, yaşamını bir göçmen emekçi olarak Kanada ve Belçika'da sürdürmüştü.

Türkiye'nin sol hareketine makale ve çevirileriyle büyük katkıda bulunan Gönenç, 12 Mart 1971 Darbesi'nden sonra Ant yöneticileri Dogan Özgüden ve İnci Tuğsavul'la birlikte yurt dışında cuntaya karşı demokratik direnişin örgütlenmesinde etkin rol oynamış, tüm yaşamınca da inançlarından hiçbir ödün vermeden ülkemizin demokratikleşmesi idealine sadık kalmıştır.

Mekin'i kaybetmenin acısını, başta eşi sevgili Güneş olmak üzere Ant'ta, Demokratik Direniş Hareketi'nde yer alan tüm kavga arkadaşlarımız ve dostlarımızla, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi mücadelesine katkıda bulunan herkesle paylaşıyoruz.

Doğan Özgüden - Inci Tuğsavul


Seçkin aydınlarımızdan Hüseyin Baş’ı kaybettik

60'lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nde, Akşam Gazetesi ve Ant Dergisi'nde birlike çalıştığımız Türkiye'nin seçkin aydınlarından Hüseyin Baş'ı 30 Mart 2012'de kaybettik.

Daha önce by-pass ameliyatı olan ve kalp yetmezliği bulunan 83 yaşındaki Baş, ateşi yükseldiği ve durumu kötüleştiği için hastaneye kaldırıldı. Ambulansta kalbi duran Baş, hastanede yapılan tüm müdahelelere karşın kurtarılamadı.

13 Ağustos 1929’da Samsun’un Bafra ilçesinde doğan Hüseyin Baş, ilköğrenimini Bafra’da, orta ve liseyi Galatasaray Lisesi’nde tamamladıktan sonra Paris’te gazetecilik eğitimi görmüştü.

1962’de dönemin Türkiye İşçi Partisi’ne üye olarak partinin ilk program çalışmalarına katılan Baş, daha sonra Doğan Özgüden'in yönettiği Akşam Gazetesi ve Ant Dergisi'nde dış politika ve sanat yazıları yazmış, aynızamanda Onat Kutlar ve Jak Şalom'la birlikte Sinematek Derneği'nin kurucu ve yöneticileri arasında da yeralmıştı.

sinematek

Hüseyin Baş (Solda), Sinematek Derneği'nde Onat Kutlar (ortada) ve Jak Şalom'la birlikte

askeri

Hüseyin Baş (solda), 1967'de Doğan Özgüden ve İnci Tugsavul'la Askeri Mahkeme'de

hus

Hüseyin Baş ve Doğan Özgüden 1968'de Türkiye İşçi Partisi büyük kongresini izliyorlar

12 Mart 1971 darbesinden sonra Ant Dergisi yöneticileri Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul'un yurt dışına çıkışına yardımcı olan Hüseyin Baş, sürgün yıllarında da kendilerini yalnız bırakmamış, yurt dışındaki mücadelelerinde kendileriyle dayanışmasını sürdürmüştü. Doğan Özgüden, Belge Yayınları tarafından yayınlanan "Vatansız" Gazeteci adlı iki ciltlik anı kitabında Hüseyin Baş'la dostluklarını ve kavga arkadaşlığını ayrıntılı olarak anlatmaktadır.

70'li yıllarda Barış Derneği Genel Yönetim Kurulu ve Dünya Barış Konseyi üyeliği yapan Hüseyin Baş, gerek yazdığı yazılardan, gerekse barışsever faaliyetlerinden dolayı defalarca yargılanmıştı.

Hüseyin Baş’ın cenazesi Pazar günü Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazından sonra Ulus Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Ailesinin, sevgili eşi Nevenka’nın, tüm dostlarının ve kavga arkadaşlarının acısını paylaşıyor, başsağlığı diliyoruz.


kivanc

Yazar-Yayıncı Hüseyin Kıvanç’ı yitirdik

Türkiye sol yayın yaşamı bir emekçisini, Hüseyin Kıvanç'ı yitirdi.

Yayın yaşamına 1968 yılında Ant Dergisi ve Yayınları'nda başlayan Kıvanç daha sonra bir yandan Cumhuriyet Gazetesi'nde düzeltmen olarak çalışırken, “Demokrasi Yolunda Sivil İtaatsizlik”, “Devlet İşkence Yapar”, “Devlet İşkenceyi Sever”, “Absürt Fıkralar”, “Dağcılık (Anılar - Belgeler)” adlı kitaplar yazmış, daha önce Ant tarafından yayınlanan “Şerefname Kürt Tarihi”'nin yeni bir baskısını yayına hazırlamıştı.

Cumhuriyet Gazetesi'nin verdiği habere göre, 64 yaşındaki Hüseyin Kıvanç 6 Eylül 2012 perşembe günü saat 15.00 sıralarında Taksim’e gitmek için Yenibosna durağından metrobüse binmek üzere turnikeleri geçerken ayağının kayması sonucu düşerek başını yere çarptı. Trafik polisleri tarafından Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil servisine götürülen Kıvanç yolda yaşamını yitirdi.

Kıvanç daha önce yüksek tansiyona bağlı beyin kanaması geçirmiş ve by-pass ameliyatı olmuştu.

Kıvanç’ın cenazesi bu cuma günü Şişli Camii’nde ikindi vakti kılınacak cenaze namazı sonrası toprağa verilecek.

Sevgili Hüseyin'in ailesine, yakınlarına ve kavga arkadaşlarına başsağlığı diliyoruz.

Brüksel, 7 Eylül 2012

Ant Dergisi ve Yayınları adına
Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul

ugur
                                                 (Photo: Sehmus Güzel)

Basın ve düşün yasamımızın seçkin emekçisi
Uğur Hüküm'ü kaybettik


Türkiye basın ve düşün yaşamının yurt dışındaki seçkin simalarından Uğur Hüküm'ü kaybettik.

Uzun yillar Paris temsilciligini yaptigi Cumhuriyet Gazetesi'nin 4 Temmuz günü saat 16.19'da verdigi flaş habere göre, "Uğur Hüküm (64), geçirdiği kalb krizi sonrası tedavi gördüğü hastanede yoğun bakım servisinde yaşamını yitirdi."

1949 yilinda Istanbul'da dogan Ugur Hüküm, Türkiye'de basladigi yüksek ögrenimini 1973'te gittigi Paris'te tamamlamis, sosyolog, arastirmaci, gazeteci ve elestirmen olarak Altyazı, Nokta, Notos, Olusum, Tiyatro Dergisi, Türk Sineması, Jazz Dergisi, Geo, Yeni Insan-Yeni Sinema, Radikal ve Taraf  gibi çesitli yayin organlarina yazi ve incelemeleriyle büyük katkida bulunmustur.

1980 Darbesi'nden sonra cunta yönetimine direnis için yurt disinda kurulan Demokrasi Için Birlik Avrupa Komitesi'nde de yeralan, Tek Cephe ve Info-Türk'e yazilariyla katkida bulunan Hüküm, o dönemde sinema çalismalarini yurt disinda sürdüren Yilmaz Güney'in de asistanligini yapmistir.

1993'den itibaren France International Radyosu'nun Türkçe yayinlarini yöneten Hüküm aynizamanda Radio Soleil'in de kurucularindan ve Açık Radyo'ya destek verenlerdendir.

Hüküm son zamanlarda Istanbul'daki Sol Gazete'ye de Paris'ten notlar yazmaktaydi.

15 yildir Cannes Film Festivali'nin elestirmenligini de yapan Hüküm, Vesoul, La Rochelle, Taormina, New Delhi festivallerine de juri üyesi ya da tartismaci olarak katilmistir.

Ugur Hüküm ve esi Defne Gürsoy'un birlikte hazirladiklari "Istanbul: Bir Sivil Toplumun Dogusu" (Istanbul: émergence d'une société civile) ve yine Defne Gürsoy ve Gaye Petek'le birlikte hazirladiklari  "Turcs en France / Fransa'da Türkler" adli eser Türkiye ve Türkiye kaynakli göç üzerine Fransizca yayinlanmis baslica basvuru kaynaklarindandir.

Yillarca birlikte dostlugunu ve mücadele arkadasligini paylastigimiz sevgili Ugur'u yitirmis olmaktan ötürü acimiz büyüktür.

Esi Defne Gürsoy'un ve çocuklarinin derin acisini paylasiyor, tüm dostlarina, basin ve düsün dünyasina bassagligi diliyoruz.

Dogan Özgüden - Inci Tugsavul

ugur
(Video by Tansu Saritayli)
http://www.youtube.com/watch?v=2QjyYm2lekA


Hüküm'ün 11 Temmuz 2013 Persembe günü Paris'te Père Lachaise
Mezarligi'ndaki cenaze töreninde Dogan Özgüden'in yaptigi konusma


Sevgili Ugur,

Olacak sey degil. Yakinda Defne'yle birlikte Brüksel'de bizimle bulusacaktin. Gelemedin.

Ben sana geldim.

Seninle 70'li yillarda, ülkemizde ve onun diyasporalarinda devlet terörünün azdigi günlerde tanismistik. Tanisir tanismaz da yildizlarimiz barismis, kavga dolu uzun bir yolda omuz omuza yurumege, hattâ kosmaya koyulmustuk.

Demokrasi Için Birlik'in kurulusu, önce darbe tehditlerine, ardindan 12 Eylül Cuntasi'na karsi geceli gündüzlü mücadeleler... Tek Cephe gazeteciligi...

Ve de Avrupa baskentinde, Brüksel'de Cunta'ya karsi ilk büyük enternasyonal direnis toplantisi... O gece çok uluslu bir kitleye Fransizca sunus yaparken nasil kükredigini unutabilir miyim?

Bu örgütlü mücadelenin sacayagiydi Brüksel-Paris-Düsseldorf üçgeni...

Sonraki yillarda senin kisiliginde örnek bir gazeteci tanimak sansimiz oldu.  Meslegin en eskilerinden biri olarak gazeteci Hüküm'ün çalismalarini hep iftiharla izledim.

Evet herbirimiz farkli alanlarda mücadele sürdürdük, ama sosyalizme inancimiz hiç sarsilmadi. Iste bugün Demokrasi Için Birlik merkezini olusturan Düsseldorf'tan Alp Arslan Telli, Paris'ten sen ve Brüksel'den ben yine beraberiz.

Sevgili Ugur,

30 yil kadar önceydi. Fransiz Hükümeti benim Fransa'ya girmemi yasaklamisti. O günlerde senin, Belçika'nin Fransa sinirindaki son tren istasyonu Quievrain'e gelerek Inci'ye ve bana destek olusun unutulabilir mi?

Quievrain! Belçika'da siyasal sürgünken Victor Hugo'nun, Fransa'ya giremedigi için 1868'de esi Adèle'in cenazesini anayurduna ugurladigi son gurbet istasyonu.

Sevgili Ugur,

Bugün seni tüm sevenlerinin sevgi halesi içinde komünarlarin ebedi diyarina ugurluyoruz.

Sevgili kardesim, sevgili meslekdasim, kavga arkadasim Ugur.

Isikli yolunda sana ugurlar olsun!

Extrait d'un message de Şehmus Güzel
(...)
Uğur o günkü konuşmasında geçmişini de kısaca özetledi : İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda kadrolu oyuncu olarak çalışmasını, Tuncel Kurtiz’le tanışmasını, 1969-1973 arasında ODTÜ’deki öğrencilik dönemini, Paris’e gelişini, Thomson Fabrikası’ndaki işçilik hayatını ve bunun onbeş yıl kadar sürüşünü, sendikacı militanlığını, Fransız Komünist Partisi üyesi olmasını, gazetecilik yaşamını, radyo deneyimlerini, yaptıklarını ve yapamadıklarını da ... Bunların tümünü daha kapsamlı bir biçimde anılarında bulacağımızı umuyorum. O gün Uğur bize yazmakta olduğu anılarının ilk versiyonundan bir dilim sundu desem yeridir. Hepimiz merak ve hayranlıkla dinledik.  Sayesinde sinema, medya, radyo ve gazetecilik konularında dünya kadar şey öğrendik.

Uğur genç bir öğrenci, yetişkin bir insan olarak yaşamı boyunca tanık olduğu bütün askeri darbelere karşı tavır takındı. Tavır takınmakla kalmadı, karanlığın yırtılması ve güneşin doğuşu için kararlı, ciddi, düzenli ve sürekli  bir biçimde çalıştı. Bu konuda özellikle 12 Eylül 1980 darbesi öncesi ve hemen sonrasında yaptıklarını Doğan Özgüden’in ‘Vatansız Gazeteci’* üst başlıklı anılarının Sürgün Yılları 1971-2011 isimli ikinci cildinden neredeyse günü gününe izlemek mümkün. Asıl dikkati çeken ve hayranlık uyandıran Uğur’un düzenli bir biçimde hep en tutarlı tavırları takınmış olması. Bu elbette yaşanılanlar yaşandıktan, yapılanlar yapıldıktan sonra saptanabildi. Oysa o günlerde tutarlı tavır takınanların nasıl kenara itildiklerini bir parça biliyorduk, kalanını ise Doğan Özgüden’in kitabından gerçek kahramanlarının isimleri ve yaptıklarıyla öğreniyoruz. Bu konuları da Ugur’la konuştuk ama maalesef zamanımız elverişli olmadığı için ayrıntılı bir biçimde derinleştiremedik. Özetle şöyle diyelim isterseniz : Solda, hakiki solda, birlik arayışı yapısallaşmış, kemikleşmiş bürokrasileri, « kaşarlanmış » bürokratları aşabilir mi ? Aşılabilmeleri için ne yapılabilir ? Ne yapılmalı ? Sorularımızın yanıtlarını hâlâ arıyoruz.  (http://cerideimulkiye.com/?p=33205)

*Hüküm'ün bu kitap üzerine Cumhuriyet'te yayinlanan yazisi:
 http://www.info-turk.be/Vatansiz%20yankilar.htm#cumhuriyet_

Uzakta ölene mektup

Sennur Sezer

Hoşça kal sevgili arkadaşımız, Bu mektupta belirli bir ad yok. O kadar çok adı kapsıyor ki bu mektup. Baskının, darbelerin bu topraklarda yaşamaları kadar ölmelerini de engellediği onca güzel, yetenekli insan var ki. Birinizin adını ansam ötekilere haksızlık etmiş olurum.

Bu mektupta “Sürgünde Ölene” demem mi gerekirdi? Ama çoğunuzun seçimini sürgün sayamıyorum ki. Çoğumuz yaşadığımız her yerde sürgünde gibiyiz. Listenin başına ilk kimi koyacağımı da bilemedim bir an. Nâzım Hikmet geliyor akla hemen, öte yandan Fahri Erdinç... Ama ta II. Abdülhamit zamanından kimse yok mudur?

Yaban topraklarda vatan uğruna ölüp gitmiş onca gencecik askerimiz var. Hep yattıkları toprağın kokusunu yadırgadıkları düşüyor aklıma. Wolfgang Borchert’in öyküsünde böyle bir asker vardır ya.

Hani yanındakilere İstanbul’un içilecek sularını saydırarak nöbetini atlatan bir yaşlı kadını anlatır ya bir başka sürgün olan Refik Halit Karay. Neyi özledin son anında bilemiyorum.

Yılmaz (Güney) herhalde Adana’nın o benzersiz ışığını düşünmüştür. Ahmet Kaya az bilinen bir türküden bir ses duymuştur. Şeref Aydın’ın yüzüne elma kokulu bir rüzgar vurmuştur.

Ya Sabiha Sertel? Ya Behice Boran, Nevzat Hatko, Güzin Dino?

Ölüm geride kalanlar için zor. Sürgünde bile örgütlü olmaya alışmış bir topluluk hep gidenin eksikliğini duyar. Hayat sürüp gider. Toprak üstündeki bir ottan fazla umursamaz belki insanı. (Susuz, bakımsız kalana kadar).

Sevgili Arkadaşımız, bu mektubun sebebi Uğur Hüküm’ün  11 Temmuz 2013 perşembe günü Paris’te Père Lachaise Mezarlığı’ndaki cenaze töreni. Yollanan video beni bir anda Paris’e götürdü. Ben de Uğur’un tabutuna gül yaprakları döktüm sanki.

Père Lachaise Mezarlığındaki duvarın dibindeki komünarlardan faşizme karşı dövüşen kadınlar adına dikilen anı taşına, oradan bizim gurbetçilere kadar dolaştım. Sonra, ilgisi yok sanılacak belki ama Londra’daki Marx’ın yattığı Highgate mezarlığındaki Doğulular bölümüne kadar uzandı belleğim. Doğan Özgüden’in yaptığı konuşma onu ve İnci’yi ne kadar özlediğimi hatırlattı bana. Londra nereden çıktı peki?

Uğur Hüküm’ü tanımazdım. Paris’e yetmişli yıllarda gitmiş. Öldüğünde altmış dördündeymiş. ODTÜ’den. Fransa’nın başkenti Paris’te bir süre sendikacılık uzun süre gazetecilik yapmış.  Darbelerin yurt dışına savurduğu aydınlarla ortak direniş platformları kurmuş.Yıllarca  Radio France Internationale’in (RFI) Türkçe bölümünün şefliğini yapmış. Radio Soleil’in kurucusu da olan Hüküm, 2003’ten beri Jazz dergisine düzenli olarak “Paris Mektupları” yazdı. Hüküm’ün, Altyazı, Nokta, Notos, Oluşum, Radikal, Cumhuriyet, Tiyatro, Türk Sineması, Yeni İnsan-Yeni Sinema’da makaleleri de yayımlandı.

Ey bu mektubu okuyan,

Neredeysen bir sap nane, fesleğen ya da kekik kopar. Rüzgara tut. Biliyorum kokusu toprağında ölemeyenleri bulacaktır. (Evrensel, 18 Temmuz 2013)



alpay

Ant'ın sorumlu müdürlerinden Alpay Kabacalı'yı yitirdik

Ant Dergisi'nin 1968-69 yıllarında sorumlu müdürlüğünü üstlenmiş bulunan gazeteci-yazar Alpay Kabacalı'yı yitirdik.

Kabacalı da 60'lı yıllardaki Demirel iktidarı döneminde sol basına karşı uygulanan terörün hedeflerinden biri olmuş, 12 Mart 1971 Darbesi'ne kadar Ant'ta yayımlanan yazılardan dolayı hakkında toplam 97 yılı bulan hapis talepleriyle birçok dava açılmıştı. Bu davalardan biri nedeniyle askeri yönetim döneminde mahkum edilmiş ve 11 ay hapis yatmıştı.

1 Eylül 1942 tarihinde Antalya’da doğan ve ilk yazısı 1959’da Varlık dergisinde yayımlanan Kabacalı, Ant'ta sorumluluk üstlenmeden önce 1966-68 yılları arasında Gerçekler Postası adlı bir siyaset-edebiyat dergisi çıkarmıştı. Kabacalı tahliye olduktan sonra çeşitli yayınevlerinde ve haber ajanslarında redaktörlük ve yöneticilik yapmış; 1975-80 arasında Yeni Ortam ve Cumhuriyet  gazetelerine yazılar yazmış, Milliyet Sanat, Sanat Olayı ve Yeni Gündem dergilerinde yazı işleri müdürlüğü yapmış, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi ile Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi’nin yayın kurullarında bulunmuştu.

1976-1989 arasında Türkiye Yazarlar Sendikası’nın yönetim kurulunda görev yapan, 1997 -2001 arasında PEN Yazarlar Derneği’nin başkanlığında bulunan Alpay Kabacalı, 1999’dan bu yana Bilim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin (BESAM) başkanlığını yapıyordu.

Kabacalı 12 Eylül döneminde de Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) davasında yargılanmış ve beraat etmişti.

Kabacalı'nın 1987’de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Basın Üzerine Araştırma Ödülü’nü kazanan Türk Yayın Tarihi (ikinci basımı Türk Kitap Tarihi adıyla, 1989), Türkiye’de Basın Sansürü (1990), Türk Basınında Demokrasi (1994), Türkiye’de Matbaa Basın ve Yayın (2000) gibi basın ve yayın tarihi incelemeleri yanında genel tarihle ilgili kitapları (Arap Çöllerinde Türkler, 1990; Türkiye’de Gençlik Hareketleri, 1992; Türkiye’de Siyasal Cinayetler, 1993; Geçmişten Günümüze İstanbul, 2003; Bilinmeyen Yönleriyle Cumhuriyet Tarihi, 2004; Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamid, 2005) ve de şairler ve yazarlar üzerine monografik kitapları yayımlanmış bulunuyor.

Basın Şeref Kartı ve Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü sahibi olan Alpay Kabacalı'nın cenazesi, 16 Nisan 2014 çarşamba günü Üsküdar Doğancılar Camii'nde kılınacak ikindi namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verilecek.

Türkiye basın yaşamına ve sol mücadeleye önemli katkıları olan Kabacalı'nın ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.

Brüksel, 15 Nisan 2014

Ant Dergisi ve Yayınları adına
Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul



suda

Yazar, çevirmen ve yayıncı Orhan Suda’yı kaybettik


Türkiye'nin seçkin yazar, çevirmen ve yayıncılarından Orhan Suda 6 Mayıs 2014'de İstanbul'da hayata gözlerini yumdu. Dostluğuyla gurur duyduğumuz sevgili Orhan Suda, 60'lı yılların sonunda Ant Yayınları'na da çevirileriyle önemli katkılarda bulunmuştu.

Yakın dostumuz ve mücadele arkadaşımız Suda’nın eşi Sevgi’ye, ailesine, dostlarına, Türkiye yayın dünyasındaki ve sol hareketindeki mücadele arkadaşlarına başsağlığı diliyor, acılarını paylaşıyoruz.

Suda'nın cenazesi 7 Mayıs 2014 Çarşamba sabahı Karacaahmet Camii'nden kaldırılacak.

Suda 1929'da Ankara'da doğdu. Devlet Konservatuarı tiyatro bölümünde okurken, 1952'de TKP'ye üyelikten sanık olarak tutuklandı, Reşat Fuat Baraner, Arhavili Mustafa, Cazım Aktimur, Ruhi Su, Faik Şekeroğlu, Halim Spatar, Şükran Kurdakul, Mihri Belli ile birlikte hapis yattı.

Tahliye olduktan sonra bir süre İzmir'de gazetecilik yapan, yıllarca çeşitli yayınevleri ve dergilere yazılar yazıp çeviriler yapan Suda, 1973’te Suda Yayınları’nı kurdu, 1974’te Yeni Adımlar dergisini yönetti ve iki yıl üst üste düzenlediği Sabahattin Ali Öykü Yarışması'nın Seçici Kurul başkanlığını yaptı.

Dost dergisinde, haftalık Sosyal Adalet gazetesinde, Yeni Adımlar ve Kitaplık dergilerinde çeşitli yazıları yayınlandı.

1978’de eşi Sevgi Suda'yla birlikte önce Fransa’ya, daha sonra İngiltere'ye giden Suda, 1983’te BBC Türkçe Bölümü’nde program yapımcılığı görevinde bulundu.

Bir oğlu (Mehmet Suda) ve iki de kız torunu (Melis ve Özgün) var.

Suda'nın telif eserleri:

Bir Ömrün Kıyılarında (Alkım Yayınları). Nezihe Meriç-Orhan Suda, Aix-Londra-İstanbul Mektupları (YKY), Orhan Suda-Halim Spatar Mektuplar: Yurtdışından-İstanbul’dan (Literatür).

Çevirileri:

Kadın Nedir? (Düşün Yayınevi), Ernest Mandel'den Marksist Ekonomi Elkitabı (Ant Yayınları), Karl Marx’tan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (May Yayınları), Georges Amado’dan Sonsuz Topraklar (Yar Yayınları), Lenin’den İki Taktik (Suda Yayınları), Robert Sabatier’den İsveç Kibritleri (Suda Yayınları), E. H. Carr’dan Bolşevik Devrimi (Metis Yayınları), Jacques Prévert’den Sözler (YKY), Luan Starova’dan Keçiler Dönemi, Babamın Kitapları, Tanrıtanımazlık Müzesi (YKY), Jean Bottéro’dan Gılgamış Destanı (YKY), Alain Vircondelet’den Balthus Anılar (K Yayınları).


Yaşar Uçar ve Brenda Başar


Değerli dostumuz yazar Kemal Yalçın sürgündeki Ermeni aydınlarımızdan Türkçe Öğretmeni Brenda Başar'ı 30 Mart 2017 günü Bremen’de kaybettiğimizi ve cenaze töreninin 20 Nisan 2017 günü Bremen’de yapılacağını duyurdu. *

Brenda Başar, Ant Dergisi sorumlu müdürlerinden Yaşar Uçar'ın ilk eşiydi.

15 Mayıs 2011'de gönderdiği mesajda şöyle diyordu:

Sayin Dogan Bey,
Size telefonla ulasmak istedim, ama basaramadim. Elektronik Posta adresinizi Kemal Yalcin'dan aldim.
Size iki kez tesekkür etmek istiyorum: Bana kiymetli kitabinizi gönderdiginiz icin size tesekkür borcluyum. Ikinci tesekkürüm ise Vatansiz Gazetecinin iceriginden ötürü: sizi kutlar, ve yasadigim tarihin arka plandaki olaylari bana ve daha pek cok okurlariniza yansittiginiz icin tesekkürü bir borc bilirim. Son derece akici ve sürükleyici bir dille yazdiginiz bu kitap beni gencligime, Istanbul'a, gecmis yillarima, umutlarima, heyecanlarima, v.s. götürdü, onlari yeniden yasar gibi oldum. Bazan bir burukluk duydum, bazan da "NE MUTLU BANA KI BÖYLESI UMUT DOLU BIR ZAMANDA YASADIM" dedirtti kitabiniz.
Ben Yasar Uçar'in ilk esiyim. Kendisini her zaman sevdim, saydim; idealizmini takdir ettim. Ant dergisinden nicin ayrildigini pek anlayamadim. Ha elli yil hapsi istenmis, ha yüz yil, ne fark eder ki? Bir insan ömrü elli yil hapislige nasil dayanir? Bana lütfen gercek sebebini bildirebilirseniz cok sevinirim. Yasar ne yazik ki artik aramizda degil. Ama anisi bende hala cok canli.
Beni bu hususta bilgilendirmenizi ictenlikle rica ederim, mücadelelerinizde sonsuz basarilar dilerim. Inci Hanima hürmetlerimi iletin lütfen.
Saygilarimla

Kendisine hemen şu yanıtı vermiştim:

Sevgili Brenda,

Sevgili Kemal Yalçin Brüksel'de bir konferans aksami yaptigimiz söyleside sizden bahsedince çok sevinmistik.
Kitabi okumus ve duygularimizi paylasmis olmaniz da ayrica sevindirici.
Agos'a verdigim söyleside Yasar'la ilgili bazi yanitlar var.
O günün kosullarinda sorumlu müdürlügü daha fazla tasisaydi, açilacak davalarin yogunlugu dolayisiyla universite ogrenimi de tehlikeye girebilirdi.
Yasar'dan sonraki sorumlu müdürler için de benzer sorunlarla karsilasildi.
1970'den sonra derginin tüm hukuki sorumlulugunu Inci'yle ben üstlenmek zorunda kaldik.
Yasar'la ilgili yayinlanmis yazilar ya da kendisinin yazilari varsa, bildirirseniz son derece seviniriz.
Ikimizden de basari dilekleriyle basarilar ve sevgiler.

Dogan Özgüden

Agos'un Şubat 2011 tarihli sayısında yayınlanan Emre Ertani'nin "1960'lardan bugüne bir 'vatansız' gazetecinin anıları" başlıklı röportajda Yaşar Uçar'la ilgili bölüm şöyleydi:

S - Kitapta, Ant dergisinin sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yapan, Agos’un da ilk köşeyazarlarından olan, 2009’da kaybettiğimiz Yaşar Uçar’ın, 12 Mart döneminde, Ermeni olduğu için daha çok işkence gördüğünü belirtiyorsunuz. Onun hakkında neler anlatabilirsiniz?

C - Yaşar kurucularımızdan Fethi Naci’nin tavsiyesiyle Ant’a sorumlu müdür olarak 1967 Mayıs’ında geldi, büyük bir özveriyle çalıştı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nde felsefe öğrencisiydi. Türk ismi taşıdığından kökenini bilmiyorduk. Bir gün bana kendisinin Ermeni olduğunu açıkladı, bu yüzden ileride başımıza iş açılmaması için bunu söylemeyi görev bildiğini söyledi. Aydın bir Ermeni gencin Ant gibi sol bir dergide bizimle işbirliği yapmış olmasından duyduğum memnuniyeti bildirdim, katkıları için teşekkür ettim. Sorumlu müdür olarak hakkında açılan davalarda hapis talebi 74,5 yıla yükselince nöbeti bir başka arkadaşa devretmek zorunda kaldı. 12 Mart darbesinden sonra gözaltına alındığını, işkence gördüğünü, ölümünün ardından arkadaşlarının yazdığı yazılardan öğrendim. Yaşar’ı hep içine kapanık, gerekmedikçe konuşmayan, üstlendiği sorumlulukları hakkıyla yerine getiren bir arkadaş olarak anımsıyorum. Haftanın dört günü haber yazımında, basın taramalarının yapılmasında, tasarı başlıkların atılmasında bana, son iki gün de sayfaların matbaada bağlanması ve derginin rotatifte basılması sırasında İnci’ye yardımcı oluyordu. Ant’a emeği geçen tüm meslektaşlarım gibi Yaşar’ı da sevgiyle anıyorum.

*) Kemal Yalçın'ın verdiği bilgiye göre, 14 Kasım1939’da İstanbul’da Jamgoçyan Ailesi’nin evladı olarak dünyaya gelmiş olan Brenda Başar 30 yıldır Bremen Eyaleti’nde Türkçe dersleri vermekteydi. 70 kişilik Bremen Dayanışma Korosu’nun kurucusu ve yöneticisiydi. Ruhi Su’yu Anma Konseri, Nazım Hikmet ve Yannis Ritsos Gecesi, Türkülerimiz Konseri, Türkülerle Anadolu Konseri onun yönetiminde gerçekleşmişti. Brenda ile tam 31 yıl can kardeşi, fikirdaş olarak yaşadığını belirten Kemal Yalçın, "Yayınladığım ve yayınlamadığım tüm kitaplarımın ilk okuyucusu ve düzeltmeniydi. Tüm kitaplarımda Brenda'nın de emeğin vardır. Sevgili Brenda, hayatının son yıllarında İstanbul hasretiyle yanıyordu! 'Sağlığıma kavuşur kavuşmaz İstanbul’a gideceğim!' derdi. Gidemedi! İstanbul hasretiyle yanıp kül oldu! Sana söz veriyorum İstanbullu Ermeni Kardeşim! İstanbul’a gittiğim gün, senin küllerinden bir avucunu bir demet kırmızı gül ile birlikte Boğaz’ın sularına atacağım! Ve senin selamını söyleyeceğim İstanbul’a! Ruhun şad olsun!" diyor.

Kemal Yalçın'ın Brenda Başar üzerine bir yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz:



Ant yazarı, sevgili dostumuz Barbro Karabuda'yı kaybettik



Ant yazarlarından sevgili dostumuz Barbro Karabuda Stockholm’de uzun zamandır direndiği amansız hastalığa yenik düşerek 7 Ekim 2017'de yaşama veda etti.

Barbro ve eşi Güneş Karabuda 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda tüm dünyadaki ulusal kurtuluş ve demokratik direniş hareketleri üzerine sayısız röportaja imza atmış bulunan uluslararası ün sahibi iki büyük gazeteciydi.

16 Temmuz 1935'te İsveç'te doğmuş olan Barbro Gidlund, gazeteci Güneş Karabuda ile evlendikten sonra Türkiye'yi ikinci vatan bellemiş, eşiyle birlikte, özellikle Demirel iktidarı döneminde uğradıkları baskılara rağmen, röportajları ve yazılarıyla ülkemizin demokrasi mücadelesine büyük katkıda bulunmuştu.

Barbro ve Güneş 60'lı yıllarda Ant Dergisi'nin önde gelen yazarlarındandı...

Asya, Orta Doğu ve Latin Amerika ülkelerindeki çeşitli röportajlarının yanısıra özellikle Endonezya'daki korkunç komünist avı üzerine yaptıkları ve Ant'ta kapak olan röportaj islamcı faşist hareketin giderek hızla örgütlendiği, sol ve demokratik kuruluş, yayın ve kişileri açıkça tehdit etmeye başladığı o yıllarda büyük bir uyarı niteliği taşıyordu.

Demirel iktidarı dönemindeki baskılar Kürdistan üzerine yazdıkları bir kitaptan ötürü 1967 yılında Karabuda’ları da hedef almıştı.

Yurt dışında İsveç Televizyonu için bir çok belgesel gerçekleştirdikten sonra biraz dinlenebilmek ve dostlarıyla beraber olabilmek için İstanbul’a gelmişlerdi. Sık sık bir araya geliyor, özellikle yakından tanıyıp izledikleri ulusal kurtuluş hareketleri üzerine izlenimlerini bizlerle paylaşıyorlardı.

21 Temmuz 1967 günü Ant’ın dış politika yazarlarından Hüseyin Baş telefon ederek o sabah Karabuda’ların kalmakta oldukları evi polislerin basarak her ikisini de göz altına aldığını bildirdi.

Ant yazarlarından Yaşar Kemal ile birlikte gözaltına alınma nedenini öğrenmek, bir an önce serbest bırakılmalarını sağlamak için derhal harekete geçtik.

İkisi de Ankara Basın Savcılığı’nın talimatı üzerine gözaltına alınmışlardı ve polis refakatinde Ankara’ya sevkedileceklerdi. Ne ki sevk işlemi hemen yapılmadı ve her ikisi de bütün gün İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bir sandalyede bekletildiler.

O sırada Barbro, Ayperi ve Nisan'dan sonraki üçüncü çoğu Fonsy'ye altı aylık gebeydi.

Karabuda’lar nihayet geç vakit polis refakatinde Ankara’ya sevkedildiler.

Esenboğa Havaalanı’nda yirmiye yakın sivil ve resmi polisin telaşlı koşuşmaları arasında «devralınan» Karabuda’lar kimseyle görüşmelerine izin verilmeden bir süre polis amirliği odasında alıkonuldular. Daha sonra jeep’e bindirilerek Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüler. Orada da tüm geceyi birer sandalye üzerinde geçirmek zorunda bırakıldılar.

Hamile olan Barbro’nun geceyi bir otelde geçirmesine izin verilmesi için yapılan müracaat da reddedildi.

İki gazeteci nihayet 22 Temmuz günü öğleye doğru Ankara Basın Savcılığı’na sevkedildiler. Ancak orada da hemen sorguya alınmayıp Savcılık kapısında ayakta beklemeye mecbur edildiler.

Gebeliğin de etkisiyle burnundan kan boşanan Barbro Savcılık kapısında zaman zaman yere oturup bacaklarını uzatarak kendini toparlamaya çalışıyordu.

Nihayet sorguya alındıklarında Basın Savcısı kendilerine 12 Aralık 1966 tarihli sağcı bir dergide ortaya atılan bazı iddiaları ihbar sayarak İsveç’te 1960 tarihinde yayınlanmış olan Fırat’ın Doğusu (Öster om Eufrat – i kurdernas land) adlı kitaplarında Türk Devleti’ni yıkıcı yayın yaptıkları gerekçesiyle haklarında soruşturma açıldığını bildirdi.

Karabuda’lar bu kitabın tamamen etnolojik bir inceleme olduğunu, yıkıcı yayın yapmakla hiçbir ilgisi bulunmadığını kanıtlayınca Savcı kendilerini serbest bırakılmaları istemiyle nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevketmek zorunda kaldı. Yargıç da iki günü bulan çileli gözaltından sonra kendilerini serbest bıraktı.

Büyük medya bu olayı hiçbir protestoda bulunmadan sessizlikle geçiştirirken dünyaca ünlü iki gazeteciye uygulanan baskıyı Ant Dergisi’nde şöyle şöyle eleştirmiştim:

«İsveç’in NATO’ya dahil bulunmadığını, bu sebeple de İsveç’te NATO üsleri olmadığını bilmeyecek derecede cahil bir kimsenin iftiraları üzerine, değerlerini, kişiliklerini verdikleri eserlerle herkese kabul ettirmiş uluslararası ün sahbi yazarların, azılı katiller gibi evlerinden alınması, hürriyetlerinin tahdit edilmesi, karnında çocuk taşıyan bir kadının göz göre göre 29 saat sandalye üzerinde oturmak zorunda bırakılması tek kelimeyle nitelendirilebilir: Terör! Demirel iktidarı terör yolculuğunda attığı bu başarılı adımla ne kadar övünse azdır!» (Ant Dergisi, 1 Ağustos 1967, Sayı 31)

Tanınmış iki İsveçli gazeteciye yapılan bu müdahale İsveç medyasında büyük tepkilere ve eleştirilere yolaçtı. İsveç’e dönüşünde Barbro Karabuda kendileri hakkında ihbarı yapanın kim olduğunu açıklayınca skandal daha da büyük boyut kazandı. Barbro gazetelere yaptığı açıklamada şöyle diyordu:

«Hakkımızda yalan yanlış ihbarlarda bulunan kişi Türkiye’nin Stockholm Büyükelçisi Talat Benler’dir. Anlaşılıyor ki bu zavallı elçi, öz memleketi hakkında hiçbir şey bilmemektedir ve 32 milyon Türk’ün 500-600 bin kişilik bir zümre tarafından sömürüldüğünü ancak, İsveç’liler gibi, benim kitaplarımdan öğrenmiştir. İşin asıl şaşılacak tarafı da, raporunda her ikimizin de vatandaşlıktan iskatımız cihetine gidilmesini tavsiye etmek suretiyle elçi Türk adliyesine tesir cüretini de göstermiştir.» (Ant Dergisi, 26 Eylül 1967, N° 39)

İktidar uşaklığını benimsemiş bazı hariciyecilerin yurt dışındaki muhalifleri vatandaşlıktan attırma gayretkeşliği demek ki o zaman başlamış… 80’li yıllarda ve de hele şimdilerde hariciyede kariyer yapmanın vazgeçilmezlerinden…

Karabuda’larla dostluğumuz, basın özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele ortaklığımız biz 1971 darbesinden sonra sürgüne çıktığımızda da devam etti.

Bizi Paris ve Stockholm’de haftalarca ağırladılar, Türkiye’deki cunta yönetimine karşı destek olabilecek tanınmış siyasal liderlerle, gazetecilerle, sivil toplum örgütleriyle ve sendikalarla, ulusal kurtuluş ve direniş hareketlerinin sürgündeki temsilcileriyle ilişkiler kurmamıza yardımcı oldular.

Barbro’yla 1973 sonbaharında büyük bir acıyı paylaştığımız günü anımsıyorum.

Güneş ve Barbro Karabuda, İsveç Televizyonu tarafından 1971 yazında Şili'deki gelişmeleri izlemek üzere görevlendirilmişlerdi. Şili'de iki yıl kadar kaldılar... Başta Cumhurbaşkanı Allende olmak üzere sol iktidarın yöneticileriyle, ülkenin aydınları, sanatçılarıyla çok sıkı ilişkiler kurdular, röportajlar yaptılar.

Şili'den dönüşlerinde İtalya'nın Albisola kentinde birlikte kısa bir yaz tatili geçirdik. Orada röportaj yaptıkları Küba'nın ünlü ressamı Wifredo Lam ile, tatile gelmiş olan Şili Komünist Partisi militanı gençlerle de sık sık beraber olduk... O günlerin ağırlıklı konularından biri Türkiye'deki askeri yönetime karşı mücadele gibi Şili'de bir faşist darbe gerçekleşirse Avrupa'da neler yapılabileceği idi.

İsveç'e dönüşlerinden birkaç gün sonra 11 Eylül 1973 akşamı Barbro ağlamaklı bir sesle telefon etti:

- İhtiyar’ı katlettiler.

Evet, aylardır üzerinde konuştuğumuz kötü ihtimal gerçekleşmiş, Şili’de Amerikancı darbe yapılarak Allende öldürülmüş, kitlesel tutuklamalar başlamıştı.

Birden Albisola plajında sohbet ettiğimiz, hâlâ iyimserliklerini koruyan, Sovyetler Birliği’nin böyle bir darbeye izin vermeyeceğini söyleyen Şili Komünist Partisi üyesi gençleri düşündüm. Ülkelerine dönmüşlerse, mutlaka onlar da içeri alınmış olmalıydı.

Ama olay Barbro ve Güneş açısından daha da acıydı. Allende’yi, sol iktidarın önde gelen yöneticilerini, o iktidarı destekleyen sol aydın ve sanatçıları şahsen tanımışlar, dostluk kurmuşlardı.

Tıpkı iki buçuk yıl önce bize nasıl kucak açtılarsa, artık Şili’deki dostlarını kurtarmaya, kurtulabilenlere Avrupa’da kalma olanakları sağlamaya çalışacaklardı.


Tektas


Tanınmış yazar ve çevirmen Tektaş Ağaoğlu'nun 9 Ocak 2018 günü İstanbul Şişli’deki Amerikan Hastanesi’nde hayatını kaybettiğini üzülerek öğrendik.
Yevtuçenko, Lenin, Dostoyevski, Şolohov, Remarque, Charles Dickens'in eserlerini Türkçeye kazandıran Ağaoğlu, çeviri ve yazıları nedeniyle cezaevinde kalmış, 1980 sonrasında İsviçre’de sürgünde yaşamıştı.
Ant Dergisi'nin de yazarları arasında yer alan Ağaoğlu'nun çevirmiş olduğu Yevtuçenko'nun Yaşantım, Lenin'in Doğuda ulusal kurtuluş hareketleri adlı kitaplarını da Ant Yayınları arasında yayınlamıştık.
Dostumuz ve sosyalist mücadele arkadaşımız sevgili Tektaş'ın ölümüyle bizim kuşaklardan bir yıldız daha kaydı. Ailesinin ve dostlarının acısını yürekten paylaşıyoruz.
Doğan Özgüden - İnci Tuğsavul

TEKTAŞ AĞAOGLU'NUN YAŞAMI ÜZERİNE...

Tektaş Ağaoğlu, 1934 yılında İstanbul’da doğdu. Ortaöğrenimi­ni Ankara Atatürk Lisesinde, yükseköğrenimini İngiltere’de Oxford Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tamamladı. Yazın dünyasına 'Ölümden Hayata' adlı öykü ki­tabı ile girdi. Ağaoğlu, çalışmalarını çeviri alanında yoğunlaş­tırdı. Dostoyevski, Şolohov, Remarque’ın yapıtlarını çevirdi. Marx ve Engels’ten seçerek derlediği 'Politika ve Fel­sefe' adlı yapıtı 142. maddeye aykırı görülerek tutuklandı. Yedi buçuk yıl hapse mahkum edildi, beş ay tutuklu kaldı. Dava temyiz aşamasındayken af yasasıyla düştü.
1973 yılında Marx ve Engels'ten seçerek derlediği 'Politika ve Fel­sefe' adlı yapıtı 142. maddeye aykırı görülerek tutuklanan Ağaoğlu yedi buçuk yıl hapse mahkum edilmiş, beş ay tutuklu kalmıştı.
1975’te Gerçek gazetesi sorumlu müdürüyken 12 Mart dönemi sıkıyönetim mahke­mesi kararlarına ilişkin bir yazı nedeniyle bir yıl hapse mahkum edildi.
Ant, Cumhuriyet, Yeni Ortam dergi ve gazetelerinde sosyalist öğretinin genel ve güncel sorunlarını inceleyen yazılar yayımladı. İlke, Kitle, Birlik, Gerçek adlı gazete ve dergilerde yazdı.
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi, Birleşik Sosyalist Parti’de yöneticilik yaptı. 1980′li yılları İsviçre’de geçirdi. Çok sayıda gazete ve dergide yazıları yayımlanan Ağaoğlu, BBC Radyosu’nda da redaktör olarak çalışmıştı. (Sol.Org, 9 Ocak 2018)

Büyük gazeteci Güneş Karabuda'yı kaybettik



Ant yazarlarından, uluslararası ün sahibi gazeteci dostumuz Güneş Karabuda'yı 24 Ağustos 2018'de kaybettik.

Eşi Barbro Karabuda ile Güneş 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda tüm dünyadaki ulusal kurtuluş ve demokratik direniş hareketleri üzerine sayısız röportaja imza atmış bulunan iki “grand reporter" idi.

Röportajlarını 71 darbesinden önceki yıllarda Ant Dergisi'inde Türkiyeli okurlarlara onurla sunmuştuk.

1933 yılında İzmit'te doğmuş olan Güneş Galatasaray Lisesi'nden mezun olduktan sonra gazeteciliğe Paris'te öğrenim gördüğü yıllarda başlamıştı. 1961'den sonra eşi Barbro ile birlikte başta İsveç Televizyonu (STV) olmak üzere değişik Avrupa ve Amerika TV'lerine dünyanın dört köşesinden sosyal, kültürel ve siyasal içerikli belgeseller hazırlamışlardı.

Asya, Orta Doğu ve Latin Amerika ülkelerindeki çeşitli röportajlarının yanısıra özellikle Endonezya'daki korkunç komünist avı üzerine yaptıkları ve Ant'ta kapak olan röportaj islamcı faşist hareketin giderek hızla örgütlendiği, sol ve demokratik kuruluş, yayın ve kişileri açıkça tehdit etmeye başladığı o yıllarda büyük bir uyarı niteliği taşıyordu.

Demirel iktidarı dönemindeki baskılar Kürdistan üzerine yazdıkları bir kitaptan ötürü 1967 yılında Karabuda’ları da hedef almıştı.

Yurt dışında İsveç Televizyonu için bir çok belgesel gerçekleştirdikten sonra biraz dinlenebilmek ve dostlarıyla beraber olabilmek için İstanbul’a gelmişlerdi. Sık sık bir araya geliyor, özellikle yakından tanıyıp izledikleri ulusal kurtuluş hareketleri üzerine izlenimlerini bizlerle paylaşıyorlardı.

Karabuda'larla şahsen 1967 Mayıs'ında Türkiye'ye gelişlerinde tanışmış ve dost olmuştuk.

17 Mayıs 1967'de dönemin genelkurmay başkanı Cemal Tural'ın emriyle Selimiye Kışlası'ndaki 1. Ordu Askeri Mahkemesinde "vatana ihanet"ten yargılanırken duruşmamı Güneş izleyip görüntülemişti.

21 Temmuz 1967 günü Ant’ın dış politika yazarlarından Hüseyin Baş telefon ederek o sabah Karabuda’ların kalmakta oldukları evi polislerin basarak her ikisini de göz altına aldığını bildirdi.

Ant yazarlarından Yaşar Kemal ile birlikte gözaltına alınma nedenini öğrenmek, bir an önce serbest bırakılmalarını sağlamak için derhal harekete geçtik.

İkisi de Ankara Basın Savcılığı’nın talimatı üzerine gözaltına alınmışlardı ve polis refakatinde Ankara’ya sevkedileceklerdi. Ne ki sevk işlemi hemen yapılmadı ve her ikisi de bütün gün İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bir sandalyede bekletildiler.

O sırada Barbro, Ayperi ve Denize'den sonraki üçüncü çocuğu Alfons'a altı aylık gebeydi.

Karabuda’lar nihayet geç vakit polis refakatinde Ankara’ya sevkedildiler.

Esenboğa Havaalanı’nda yirmiye yakın sivil ve resmi polisin telaşlı koşuşmaları arasında «devralınan» Karabuda’lar kimseyle görüşmelerine izin verilmeden bir süre polis amirliği odasında alıkonuldular. Daha sonra jeep’e bindirilerek Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüler. Orada da tüm geceyi birer sandalye üzerinde geçirmek zorunda bırakıldılar.

Hamile olan Barbro’nun geceyi bir otelde geçirmesine izin verilmesi için yapılan müracaat da reddedildi.

İki gazeteci nihayet 22 Temmuz günü öğleye doğru Ankara Basın Savcılığı’na sevkedildiler. Ancak orada da hemen sorguya alınmayıp Savcılık kapısında ayakta beklemeye mecbur edildiler.

Gebeliğin de etkisiyle burnundan kan boşanan Barbro Savcılık kapısında zaman zaman yere oturup bacaklarını uzatarak kendini toparlamaya çalışıyordu.

Nihayet sorguya alındıklarında Basın Savcısı kendilerine 12 Aralık 1966 tarihli sağcı bir dergide ortaya atılan bazı iddiaları ihbar sayarak İsveç’te 1960 tarihinde yayınlanmış olan Fırat’ın Doğusu (Öster om Eufrat – i kurdernas land) adlı kitaplarında Türk Devleti’ni yıkıcı yayın yaptıkları gerekçesiyle haklarında soruşturma açıldığını bildirdi.

Karabuda’lar bu kitabın tamamen etnolojik bir inceleme olduğunu, yıkıcı yayın yapmakla hiçbir ilgisi bulunmadığını kanıtlayınca Savcı kendilerini serbest bırakılmaları istemiyle nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevketmek zorunda kaldı. Yargıç da iki günü bulan çileli gözaltından sonra kendilerini serbest bıraktı.

Büyük medya bu olayı hiçbir protestoda bulunmadan sessizlikle geçiştirirken dünyaca ünlü iki gazeteciye uygulanan baskıyı Ant Dergisi’nde şöyle şöyle eleştirmiştim:

«İsveç’in NATO’ya dahil bulunmadığını, bu sebeple de İsveç’te NATO üsleri olmadığını bilmeyecek derecede cahil bir kimsenin iftiraları üzerine, değerlerini, kişiliklerini verdikleri eserlerle herkese kabul ettirmiş uluslararası ün sahibi yazarların, azılı katiller gibi evlerinden alınması, hürriyetlerinin tahdit edilmesi, karnında çocuk taşıyan bir kadının göz göre göre 29 saat sandalye üzerinde oturmak zorunda bırakılması tek kelimeyle nitelendirilebilir: Terör! Demirel iktidarı terör yolculuğunda attığı bu başarılı adımla ne kadar övünse azdır! » (Ant Dergisi, 1 Ağustos 1967, Sayı 31)

Tanınmış iki İsveçli gazeteciye yapılan bu müdahale İsveç medyasında büyük tepkilere ve eleştirilere yolaçmıştı. İsveç’e dönüşünde Barbro Karabuda kendileri hakkında ihbarı yapanın kim olduğunu açıklayınca skandal daha da büyük boyut kazanmıştı. Barbro gazetelere yaptığı açıklamada şöyle diyordu:

«Hakkımızda yalan yanlış ihbarlarda bulunan kişi Türkiye’nin Stockholm Büyükelçisi Talat Benler’dir. Anlaşılıyor ki bu zavallı elçi, öz memleketi hakkında hiçbir şey bilmemektedir ve 32 milyon Türk’ün 500-600 bin kişilik bir zümre tarafından sömürüldüğünü ancak, İsveç’liler gibi, benim kitaplarımdan öğrenmiştir. İşin asıl şaşılacak tarafı da, raporunda her ikimizin de vatandaşlıktan iskatımız cihetine gidilmesini tavsiye etmek suretiyle elçi Türk adliyesine tesir cüretini de göstermiştir.» (Ant Dergisi, 26 Eylül 1967, N° 39)

İktidar uşaklığını benimsemiş bazı hariciyecilerin yurt dışındaki muhalifleri vatandaşlıktan attırma gayretkeşliği demek ki o zaman başlamış… 80’li yıllarda ve de hele şimdilerde hariciyede kariyer yapmanın vazgeçilmezlerinden…

Karabuda’larla dostluğumuz, basın özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele ortaklığımız biz 1971 darbesinden sonra sürgüne çıktığımızda da devam etti.

Bizi Paris ve Stockholm’de haftalarca ağırladılar, Türkiye’deki cunta yönetimine karşı destek olabilecek tanınmış siyasal liderlerle, gazetecilerle, sivil toplum örgütleriyle ve sendikalarla, ulusal kurtuluş ve direniş hareketlerinin sürgündeki temsilcileriyle ilişkiler kurmamıza yardımcı oldular.

Barbro’yla 1973 sonbaharında büyük bir acıyı paylaştığımız günü anımsıyorum.

Güneş ve Barbro Karabuda, İsveç Televizyonu tarafından 1971 yazında Şili'deki gelişmeleri izlemek üzere görevlendirilmişlerdi. Şili'de iki yıl kadar kaldılar... Başta Cumhurbaşkanı Allende olmak üzere sol iktidarın yöneticileriyle, ülkenin aydınları, sanatçılarıyla çok sıkı ilişkiler kurdular, röportajlar yaptılar.

Şili'den dönüşlerinde İtalya'nın Albisola kentinde birlikte kısa bir yaz tatili geçirdik. Orada röportaj yaptıkları Küba'nın ünlü ressamı Wifredo Lam ile, tatile gelmiş olan Şili Komünist Partisi militanı gençlerle de sık sık beraber olduk... O günlerin ağırlıklı konularından biri Türkiye'deki askeri yönetime karşı mücadele gibi Şili'de bir faşist darbe gerçekleşirse Avrupa'da neler yapılabileceği idi.

İsveç'e dönüşlerinden birkaç gün sonra 11 Eylül 1973 akşamı Barbro ağlamaklı bir sesle telefon etti:

- İhtiyar’ı katlettiler.

Evet, aylardır üzerinde konuştuğumuz kötü ihtimal gerçekleşmiş, Şili’de Amerikancı darbe yapılarak Allende öldürülmüş, kitlesel tutuklamalar başlamıştı.

Birden Albisola plajında sohbet ettiğimiz, hâlâ iyimserliklerini koruyan, Sovyetler Birliği’nin böyle bir darbeye izin vermeyeceğini söyleyen Şili Komünist Partisi üyesi gençleri düşündüm. Ülkelerine dönmüşlerse, mutlaka onlar da içeri alınmış olmalıydı.

Ama olay Barbro ve Güneş açısından daha da acıydı. Allende’yi, sol iktidarın önde gelen yöneticilerini, o iktidarı destekleyen sol aydın ve sanatçıları şahsen tanımışlar, dostluk kurmuşlardı.

Tıpkı iki buçuk yıl önce bize nasıl kucak açtılarsa, artık Şili’deki dostlarını kurtarmaya, kurtulabilenlere Avrupa’da kalma olanakları sağlamaya çalışacaklardı.

Üzerinden 46 yıl geçti…

Sevgili Güneş, İnci de, ben de, mücadeleciliğini ve dostluğunu hep özlemle anıyoruz.



KAVGA ARKADAŞIMIZ, AVUKATIMIZ
MÜŞÜR KAYA CANPOLAT


İstanbul Barosu’nun kıdemli avukatlarından, ‘Yaşam Boyu Onur Ödülü’ sahibi dostumuz Müşür Kaya Canpolat’ın
9 Eylül 2019'da vefat etmiş olduğunu büyük üzüntüyle öğrendik.
Müşür Kaya Canpolat sadece yakın dostumuz değil, aynızamanda Türkiye’de yönettiğimiz Ant Dergisi ve Yayınları’nın hem yazı kurulu üyesi, hem de yüzlerce yıl hapsimiz istenen basın davalarında savunma avukatımızdı.
Müşür Kaya ile, 1965 yılında biz Akşam Gazetesi’ni yönetirken, babasıyla birlikte Çetin Altan'ı ziyarete geldiğinde tanışmış, dost olmuştuk.
Ant Dergisi’ni yayınlamaya başladığımızda da derhal avukatlığımızı üstlenmişti.
11 Nisan 1967’de Ant Dergisi’nde ABD’nin Doğu Anadolu’ya nükleer mayınlar yerleştireceğini açıkladığımızda dönemin genelkurmay başkanı Orgeneral Cemal Tural 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’na çift aylı bir emir göndererek hakkımda “vatan hainliği” suçlamasıyla dava açılmasını emretmişti. Selimiye Kışlası’ndaki askeri mahkemede hukuki savunmamı Müşür yapmıştı.
Daha sonraki yıllarda hakkımızda açılan tüm basın davalarında savunmamızı Müşür üstleniyor, hemen her hafta İstanbul adliyesi koridorlarında birlikte volta atarak duruşmamızı bekliyor, sıramız gelince de ard arda savunma yapıyorduk.
15-16 Haziran 1970 direnişinden sonra işçilerin ve sendikacıların tutuklanarak askeri mahkemeye sevkedilmesi üzerine Ant Dergisi’nde “Kapitalistleşen subaylar işçileri yargılayamaz” başlıklı bir yazı yayınladığım için yine 1. Ordu Komutanlığı’nda dokuz subay tarafından sorguya çekilmiştim.
O gün de Müşür avukatım olarak beni yalnız bırakmamış, üstelik beraberinde bir de foto muhabiri getirerek sorguda işkenceye tabi  tutulabileceğim ihtimaline karşı karargaha girerken kapıda fotoğraflarımı çektirmişti. Sorguyu yapan adli subay bunu farkettiği için karargahtan ayrılırken “Bu kez geldiğiniz gibi gidiyorsunuz, ama bir dahaki sefer böyle olmayabilir” diye tehdit etmişti.
Gerçekten de 12 Mart darbesinden sonra Ant Dergisi kapatılmış, hakkımızda “vur” emriyle arama kararı çıkartılmış, hava meydanlarına ve sınır kapılarına fotoğrafımızın da bulunduğu afişler asılmıştı.
Bunun üzerine sürgüne çıkmak zorunda kaldığımızda Ant Dergisi ve Yayınları’nın yönetiminin aksamaması için hukuki vekaletnamemizi Müşür’e vermiştik.
1932 yılında Adana Kadirli’de doğan Müşür Kaya Canpolat, İstanbul Hukuk Fakültesi mezunuydu. İstanbul Barosu’ndan yapılan açıklamaya göre, 1975 – 1979 yılları arasında İstanbul Barosu Başkan Yardımcılığı, 1975 – 1980 , 2002 – 2008, 2010 – 2018 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği Delegeliği görevlerinde bulunmuştu. Kendisine İstanbul Barosu tarafından “YAŞAM BOYU ONUR ÖDÜLÜ” verilmişti.
Müşür ayrıca DİSK’in ve ona bağlı sendikaların da hukuk müşavirliğini yapmış. Barış Derneği eylemlerinin ön saflarında yer almıştı.
Aynı zamanda şair olan Müşür Kaya Canpolat’ın ilk şiirleri Adana’da Bugün ve Yeni Adana gazetelerinin sanat sayfalarında, daha sonra yazdıkları ise Varlık, Edebiyat, Yazko Edebiyat, Toprak, Sorun, Anadolu Ekini, Karşı, Gurbet, Gençlik, Orkun, Havan, Fikirler dergilerinde, Varlık Şiirleri Antolojisi’nde, Genç Şairler Antolojisi’nde, Yunus Emre Şiirleri Antolojisi’nde yayımlanmıştı.
Şiirlerinin bir bölümünü 1991’de Sevgi Halleri adlı bir kitapta toplamıştı.
İstanbul Barosu’nun açıklamasına göre Müşür Kaya Canpolat’ın cenazesi 11 Eylül çarşamba günü İstanbul Barosu önündeki törenin ardından Marmara İlahiyat Camii’nde kılınacak ikindi namazını müteakip Kalearkası Anadolu Kavağı Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
Müşür’ün ölümü dolayısıyla ailesinin, dostlarının ve meslekdaşlarının acısını yürekten paylaşıyoruz.

flashfondationbulletinspublicationslinks